SONUN BAŞLANGICI

18 2 0
                                    


Su daha fazla bulandı, bulandıkça korkular açığa çıktı.

Savaş başladığından beri güneş kendini göstermemişti. Soğuk, kalpleri esir alıp kardeşin kardeşi kırdığı, tarafların canice katledildiği savaş günleri toprağı kızıla boyadığında bile güneş insanoğlunu ısıtmak için orada değildi. Gökyüzü, amansız gri bulutlarla kapanmış, ağlamaya hazırlanıyordu zira o gün o topraklarda çok kan dökülmüştü.

Şövalyeler ayakta kaldıkları her bir an için savaşmış ve meydan muharebesinde kalan her bir erin kanı toprağı ıslatmıştı. Savaş sarayın önüne değin gelmişti, kimse pes etmemişti, kimse durmamıştı. Yalnızca savaşmış, savaşmış ve savaşmışlardı. Güneşin çoktan terk ettiği bu toprakların üzerinde bir örtü gibi duran ve her şeyin şahidi olan gökyüzü bile bu amansız savaşa ağlıyordu. Krallık devrilmiş, hastalık ve savaş halkı perişan etmişti. O gün gökyüzü, kanla boyanan toprağı yıkarken kraliçe halkı olmayan topraklarda yükseliyordu. Saray soğuktu, çok az insan hayatta kalmıştı; öyle az ki neredeyse hiç. Kalanların gözlerindeki fer sönmüştü, ruhlar aynı saray gibi buz tutmuş ve insanlık, tarih boyunca almadığı darbeyi almıştı. Kraliçenin danışmanı boş bakan gözlerle kırmızı ve altın işlemeli yastıkların üzerindeki taca ve asaya son bir bakış attı. Her şey bu taç içindi, yıllardır verilen savaş artık hiçbir şey anlam ifade etmeyen bu taç içindi.

Kraliçe, koridor boyu tek başına tahta doğru yürürken baş danışman bir kere daha bunun tarihte bir ilk olduğunu düşündü. Kraliçenin tebaası yoktu. Hepsi ölmüştü, herkes ölmüştü.

Hayatta kalanlardan biri olan muhafız refleksle taht odasına giren kraliçenin üç adım gerisinde yürümeye başladı. Taht odası, sarayın en çok ışık alan teraslı salonuydu. Teras yönünde ne duvar ne de cam vardı ancak tahtın arkasında kalan pencerelerde kraliçenin tahta geçişini konu eden vitraylar pencereleri süslüyordu. Renkli cam parçaları tahta giden yolu belli belirsiz gökkuşağı renklerine boyarken muhafız bir kere daha terastan dışarıya, katliamın manzarasına baktı. Işık aldatıcıydı, sağanak başlamış ve aylardır görmedikleri güneş bir kere daha onlara çoktan sırtını döndüğünü ispatlamıştı.

Güneş tanrıçası, savaş başladı başlayalı onları kutsamaz olmuştu.
Muhafız, kraliçenin yavaşlayan adımlarına ayak uydurmak için yavaşlarken başını bu kez tahta çevirdi. Antik Yunan tipli sütunlarla desteklenen geniş kubbenin altında bulunan taht tamamen ahşaptan yapılmıştı ancak son haline gelemeden tahtın zanaatkarı da ölmüştü. Herkes ölmüştü, sadece onlar kalmıştı; bir avuç hayatta kalan… Kraliçe, tahtına oturduğunda muhafız bir kere daha başını terasın ardındaki manzaraya çevirdi. Her yerde ölüm vardı, her yerde kan, her yerde ceset, her yerde acı, kayıplar, çığlıklar, ıstırap, insanlık dramı… Sadece yaşam yoktu. Sadece hayat yoktu.

Muhafız, gökyüzüne doğru dermansız birkaç adım attı. Terasa doğru adım adım ilerlerken gri gökyüzünde belli belirsiz bir ışık gördü. Silahlarını tutan kemerini bir çırpıda çözdü, kılıcı kınıyla birlikte belinden aşağı bırakırken özgürlüğe kanat çırpan bir göçmen kuş misali kollarını her iki yana açtı ve kendini, yüksek sarayın terasından aşağıya, ceset ordusunun üzerine bıraktı. Biri daha öldü.

Ufak bir ter damlası baş danışmanın şakağından çenesine süzüldü. Ufak bir irkilme. Danışman, taht odasında kalan üç kişiden bundan daha fazlasını alamayacaktı. Tacı taşıyan kız, asayı taşıyan kızla senkronize bir şekilde kraliçenin önünde diz çöktüğünde danışman tacı almak için uzandı. Krallığın geleneksel güneş motifli tacın üzerindeki taşlar, kraliçenin isteği üzerine yakut ve safirlerdendi. Tacın etrafını çevreleyecek şekilde sıralanmış taşlar, altından yapılan ağır tacın üzerindeki güneş tanrıçasının sembolünü kapatmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 21, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KANLI NEHİRLERİN KRALİÇESİ (Ara Verildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin