8

363 41 16
                                    

Hyunjin

Islak kıyafetlerim ile birlikte merdivenlerden inerken bir elim kalbimde, diğer elim her an düşebilirmişim gibi trabzanlardaydı. Platonik olduğum öğretmenimin evindeydim. Gecenin bir yarısı kapısına dayanmıştım üstelik bir açıklamam bile yoktu.

Evimin buranın tam tersi yönünde olması onun bilmemesi gereken şeylerden biriydi.

Salona doğru geldiğimde ilk başta kafamı uzatarak gözlerini kapatmış mı diye bakıyordum. Telefondan onu tekrar uyarıp, üzerimden damlayan su damlalarıyla yanına koyduğu kıyafetleri yavaşça almaya çalıştım. "İç çamaşırına ihtiyacın var mı?" Sesini duymamla olduğum gibi hoplamış ve yerimde büzülmüştüm. Dediği şey ile aniden kızarmış ve iç çamaşırımın ıslak olup olmadığını hissetmeye çalıştım. "Gerek yok." Dememle alıp kaçmam bir oldu. Koşa koşa merdivenleri çıkarken kıkırdayış sesini duymak daha da kızarmama neden olmuştu.

Odasına girmeden önce derin bir nefes aldığımda, odasına girdiğim zaman geri veremediğimi hissettim. Yüzüme doğru çarpan mayhoş ve onun kendine has kokusu beni mayıştırdı anında. Hemen girip ardımdan kapıyı kapattım. Çok sade olan odasını loş sarı ışıklarla aydınlatıyordu. Bir tek çalışma masasının üstündeki eşyalar odayı canlı kılıyordu. Belki Minho'nun odası olmasıydı bir yaşlının odası sanabilirdim.

Üzerimdekilerden kurtulup Minho'nun bana verdiği siyah tişort ve siyah eşofmanı giydim. Beni düşünüp kalın çoraplar bile koymuşken kendi kendime gülümsedim çoraba bakıp. "Çok aşık." Bunu dememle yatakta yatan sarı kedi ile göz göze geldik. Soonie Doongie ve Dori'den biri olan kedi ile iyi anlaşmak adına yanına gitmem ve sevmeye çalışmam bir oldu. Elime bir anda pati atıp ısırmaya çalışınca korkudan irkilip iki adım geriledim. "Aish! Huysuz kedi! Aynı baban gibisin."

Bir anda simsiyaha bürünmüşken verdiği havluyla saçlarımı kuruladım. Sarı kısa saçlarımın kuruması çok sürmez iken boynumda havluyla salona indim. "Uyudun kaldın sandım." Sesiyle irkilirken onu görünce şaşıran ifademe ben bile anlam veremezken o bile güldü. "Beni benim evimde gördüğün için mi şaşırıyorsun?" Kafamı iki yana salladım usulca. "Gözlerinizi kapatacağınız konusunda anlaşmıştık, yaramazlık yapıyorsunuz."

Eliyle kendisini gösterdi. "Yaramazlık yapıyorum?" Kafamı salladım hızlıca gözlerimi yumarak. "Pekala. Otur istersen, sıcak bir şeyler iç. Yağmur durunca gidersin." O yanımdan geçerken arkasından baktım. Beni bu kocaman ve korkunç salonda tek başıma bıraktığında peşinden koştum. "Beni bu korkunç salonda yalnız bırakma." Mutfakta bir şeylerle uğraşırken yan gözlerle ona bakıyordum. "Korkunç mu? Neresi korkunç?" Omuz silktim kalçamı mermere yaslarken. "Çok az ışık, az eşya, sessiz ortam, sessiz insan." Bana doğru döndü. Dağınık saçları dolgun ve pembe dudakları ile oda benimle aynı şeyleri giyiyordu. Bu kalbimin yarış atına denk bir hızda atmasına neden oldu.

"Uyuyordum, Hyunjin. Taa ki kapıma öğrencim gelene kadar." Derin bir nefes bıraktım ve omuzlarım düştü. "Özür diledik ya, niye sürekli hatırlatıyorsunuz? Bir günde en sevdiğiniz öğrencinize biraz bakın yani, ne olmuş?" Güldü ocağın altını yakarken. "En sevdiğim demek... Çok eminsin." Omuz silktim ve şüpheyle ona baktım. "Değil miyim?" Benim gibi mermere yaslandı. Kollarını birbirine bağladığında damarlı kollarının güzelliğine kapılmıştım. "Favori öğrencim yok." Sırıttım yan bir şekilde. "Merak etmeyin yakında olur." Kaşlarını gülümserken çattı. "Yine çok eminsin." Omuz silktim. "İleri görüşlülük diyelim."

Uzun bir sessizlik girdiğinde gerilmeme engel olamadım. Hele ki gözleri ruhumun en derinliklerini gözetlerken sakin asla kalamamıştım.

seven days a weekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin