Önemli Gün [Dehşet Veren Olay]

82 4 10
                                    

Önemli Gün [Dehşet VerenOlay]

Saat yaklaşık gecenin dördüydü. Ve uyku beni bir türlü sarmıyordu. Black ile anlaşmamız ilk yağmur yağdığında sona erecekti. Ona karşı söylediklerimde çok dürüstüm. Fakat aynı dürüstlüğün onda olmadığını biliyordum. Ölüm bana gözükmüştü. Onun kim olduğunu bulsam bile yaşamama izin vermeyecekti. Sonuçta hangi katil kimliğini bildiği bir kişinin yaşamasına izin verirdi? Benim amacım birazcık daha vakit geçirmek ve en azından bu siyah silüetin ardında nasıl bir yüz var görmekti. Aslında tahminimce yaralı, çirkin bir surata sahipti. Sonuçta herkes Niki Beck gibi olamazdı.

                                                                                          ⯯

"Orman hanım," birisi sürekli kolumu dürtüyordu. "Uyanın," gözlerimi araladım. Tepemde dikilmiş Shua ile göz göze gelince kaşlarımı çattım. "Odamda ne işin var?" Gülümseyerek, "Efendim," dedi. "Bugün önemli gün unutunuz sanırım." Kahretsin, unutmuştum! Bütün gece Black i düşünerek yatakta kıvranmıştım ve yüzde on uykuyla güne başlayacaktım. Tam o sırada kapının açılmasıyla ofladım. Yatakta doğrularak, "Size kaç kere kapıyı çalarak girin dedim?" İçeriye giren askılı, dar, kısa, pembe renk elbise giyen kızla göz göze gelince gülümsedim.

"Çok güzel olmuşsun." Lia bana bakarak gülümsedi ve "Sende benim aksime berbat haldesin." Dedi. Bal rengi saçlarının içini siyaha boyadığı dağınık topuz yapınca çok daha belli oluyordu. Shua'ya baktı ve "Çıkabilirsin," dedi. Yatağımın köşesine oturan kızın elinde bir elbise vardı. "Sana bunu seçtim," dedi göz ucuyla elbiseyi gösterirken, "Eminim çok yakışacak." Efkarlı gözlerle elinde duran mor elbiseye baktım. Daha sonra içli bir sesle mırıldanmaya başladım.

"Eskiden Amelya bunu giyerdi." Yutkundum. "Fakat onlar beni Orman olarak biliyorlar." Gözlerimi mor elbiseden ayırmazken, "Bunu giyemem." Dedim.

"O küçük sokak çocuğu Amelya olsa giyerdi. Fakat ben artık renkli şeylere can atan o küçük kız değilim. Karanlığa bürünmüş Ormanım." Lia elbiseyi giymeyeceğimi anlayınca sesli bir iç çekti. "Bunu üzerinde görmeyi isterdim. Amelya olarak kalmayı ister miydin?" Ben anlamaz gözlerle bakınca daha açık sordu. "Yani her şeye pozitif yaklaşan o kız olarak kalmayı ister miydin?" Evet. Evet, bunu çok isterdim. Teyzemle Amelya olarak ülkemde mutlu mesut bir yaşam çok isterdim. Ne yazık ki hiçbir şey istediğim gibi olmamıştı. Teyzem ben bebekken ölmüştü. Ben sokakta yaşamaya başlamıştım. Ve daha sonra ülkem, Türkiye'mden ayrılmıştım.

Acı içinde başımı salladım. "İsterdim. Teyzemle Amelya olarak yaşamayı, hiç katil olmamayı isterdim." Yaşadığı bütün acılara rağmen tebessüm eden Amelya olarak kalmayı isterdim...

Yaklaşık yirmi dakika sonra Lia odamdan çıkınca üzerimi değiştirdim. Boy aynasından kendimi inceleyince ne kadar güzel göründüğümü fark ettim. Fakat bir sorun vardı. Gözlerimde bir hüzün vardı. Dışarıdan biri bunu fark edemezdi. Anca beni bilen yada anlayabilen birisi fark ederdi sadece. Beyaz bir kalın atlet giymiştim. Altına da sarı bir eşofman geçirmiştim. Lia'nın aksine fazla rahat bir kombinim vardı. Yine de oldukça güzel gözüküyordum. Bugün önemli gün olduğu için saçlar mecbur bağlanırdı. Bende saçımı atkuyruğu yapmıştım. Bağlanmış olan dalgalı saçlarım bana sevimli bir görüntü sunuyordu. Dışarıdan biri ne kadar cinayet işlediğimi tahmin bile edemezdi. Son olarak altıma bir çift sarı-beyaz düztabanlı ayakkabı geçirdim. Odamdan dışarıya çıktığımda malikanede adeta savaş yaşanıyordu.

Hizmetliler oradan oraya koşuşuyor, yemek tabaklarını özenle tutuyorlardı. Saattin beş buçuğa gelmesine çok az kaldığı için hepsi bir telaşa girmişlerdi. Derken yıllın ilk çanı çaldı. Adrien Malikanesi'nin ve İngiltere'nin soylu ailelerin birkaçının kullandığı gelenekti bu. Onlarda biz Türkler gibi yeni yılla Ocak'ta giriyordu fakat Sonbaharın gelişi, okulların açılışı ve yazın bitişi onlar için yeni yıl, yeni sezon demekti. Bu yüzden Black yıllın ilk yağmuru demişti. Bu 'Önemli Gün' isimli gelenek yaz a veda, yeni sezona merhaba partisi gibi bir şeydi.

Geceler herkes on bir de yatar beşe doğru uyanır ve güneş ortaya çıkmadan kutlamayı yapardı. Tamı tamına on dört soylu aile konuk olarak ağırlanırdı ve her aile geldiğinde çan Çallardı. Ağırlayan biz olurduk. Çünkü en iyi çan kimde ise o aile bu görevi üstlenirdi. Yıllın ilk çanının çalması ile Bay Evans ve 20 kişilik ailesi içeriye giriş yaptı. Kalabalıkta durmak istemiyordum fakat patron buna izin vermezdi. Evans ailesinin yanına giderek,"Hoş geldiniz," dedim yapmacık bir ses tonuyla. Bay Evans beyazlara bürünmüş, melek gibi dururken, karısı Bayan Evans ise karadul gibiydi. Dudağındaki ruj bile morun en koyu tonuydu. Somurtkan surat ifadesi ona bakanları dehşete düşürüyordu.

"Hoş bulduk," dedi Bay Evans adeta yüzünde güller açıyordu. Bu adamı her gördüğümde gülüyordu. Adeta somurtkan şirini anımsatan karısı dik dik bana bakarken, "Sizde hoş geldiniz Bayan Evans," dedim. Kadın başını salladı. Sesini nadir ortaya çıkarırdı. O yüzden şaşırmamıştım. Onların yanından ayrıldım ve büyük salonda ilerlemeye başladım. Pembeler içindeki Lia ve uyku sersemi Mark ı görünce kıkırdayarak yanlarına gittim. "Günaydın," dedim özellikle Mark a bakarak, gözleri kapanmak üzereydi.

"Sana da derdim ama gün aymadı bile," diye sitem etti Mark. "Dami'yi gördünüz mü?" diye sordum. Lia evet anlamında başını salladı. "Misafirlerle ilgileniyor." Doğru ya! Evans ailesinden sonra yaklaşık on tane daha çan çalmıştı. Patron da nihayetinde salona geldiğinde geriye kalan üç aileyi beklemeye başladık. Tam o sırada Niki geldi aklıma. En son ne yazdığını merak etmiştim. Bildireme bastım. Tam iki mesaj atmıştı.

"Bana neden söyledin?"

"Her neyse bu yazdığımı boş ver. Bir şey soracağım." Kaşlarımı çattım. Ne soracaktı ki? İlk mesajına yanıt olarak,"Çünkü seninle arkadaş olduk." Yazdım. Ardından ikinci mesaja yanıt yazmaya başladım. "Sorabilirsin." Tüm davetliler gelince ayakta uzun bir sohbette başladılar. Ziyafet başlayasıya kadar yazışmamızda sorun yoktu. Tam o sırada Niki görüldü verdi ve ardından cevabı geldi. "Senden izin istemedim." Kaşlarım çattım. Ne kaba ama! "Soracak mısın?" İkinci kural sakın sinirlenme ve kibarlığını koru. Cevabı on saniye içinde gelmişti.

"Sence bir insan basit bir mesaj ile mutlu olabilir mi?" Afalladım. Ne alakaydı ki şimdi? "Bence olabilir. Çünkü sen yazınca ben mutlu oluyorum." Kural üç romantik olun. Cevabını beklediğim sırada birinin bellimi kavrayacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.

İlahi Bakış Açısı

Amelya yani namı diğer Orman telefona o kadar dalmıştı ki onu öldürmek için can atan hizmetçiyi fark etmiyordu. Daha doğrusu hizmetçi kılığındaki suikastı... O baksa bile asla göremeyeceği onu izleyen bir çift kömür göz iç çekti. Ne kadar salak bir kız diye geçirdi içinden. Bu kız bu salaklıkla nasıl onca kişiyi öldürmüştü? Black'in aklı ermiyordu. Aklının erdiği tek şey birazdan müdahele etmezse Ormana yaklaşan hizmetçinin onu öldüreceği gerçeğiydi. O Black'n avıydı. Onu bir tek Black avlayabilirdi. Kurbanını incelediği sırada telefonunun ışığı yanıp sönmüştü. Evet, sahtekar ajan yazmıştı.

Black ona cevap yazarken gözü bu gösterişli ortamda bile spor şeyler giyen kurbanına gitti. Yüzünde çocuksu bir tebessüm ile bir şeyler yazıyordu. Black dayanamadı ve sormak istediği soruyu Amelya'ya yazdı. Amelya görüldü verirken hizmetçi elindeki bıçağı Orman a batıracaktı. Black koştu hiç olmadığı kadar hızlı koştu. Orman'ın bellini kavradığında zavallı kız neye uğradığını şaşırmıştı. Aniden kalabalığın kahkaha sesleri çığlıklara dönüşmüştü. Çünkü salondaki hemen hemen tüm hizmetçiler silahları misafirlere doğrultmuştu. Black belinden tabancasını çıkardı. Hala ona sarılmış vaziyette olan kızı umursamadan namluyu rastgele birine doğrultu. Asıl savaş şimdi başlıyordu.

𝓓𝓮𝓪𝓻 𝓔𝓷𝓮𝓶𝔂Where stories live. Discover now