-5-

481 71 26
                                    

Parlak ışık gözlerini yakıyordu. Zorlukla gözlerini açtı. Beyaz tavana bakıyordu. En son ne olduğunu hatırlamıyordu. Nerde olduğunu bilmiyordu. Bir an için öldüğünü düşündü. Sonra sesler netleşti. Zar zor da olsa, ne dendiğini anlayabiliyordu.
"Galiba uyandı."
Beyaz ceketli bir adam yanına geldi ve gözlerine ışık tuttu.
"Beni duyuyor musunuz Lee Bey?"
Yatakta yatan çocuk gözlerini kırpıştırdı. Ağzını açmak istedi ama konuşamayacak kadar yorgundu.
Bunun yerine sadece başını salladı.

Doktor kısaca özet geçti. "Besin yetersizliği yüzünden bayılmışsınız. Sağlınıza dikkat etmelisiniz. Şimdilik sizi sıkmiyim. Geçmiş olsun."
Doktorun odadan çıktığını belirten bir kapı sesi duyuldu.

Derin nefes verip tavanı izlemeye başladı. Bir kaç dakika sonra üstünde bir karaltı belirdi. "Daha iyi misin?" Yine oydu. Ondan en fazla 4 yaş büyük olan çocuğun yüzünü inceledi. Kahverengi çekik gözler, dolgun dudaklar, yüzüyle uyumlu bir burun, siyah ipek gibi saçlar. Cidden öldüğünü düşünüyordu.
Dudaklarını araladı. Karşısındaki hemen ne istediğini anladı ve sehpadan bir bardak su aldı.
Sarışın çocuğu, sırtından destekleyerek oturur konuma getirdi.
Elindeki suyu yavaşça içirdikten sonra geri yatmasını sağladı.

"Nasıl buraya geldim? Ne oldu?" Cevabını bildiği ya da tahmin ettiği soruları soruyordu. "Ben getirdim. Pansiyon sahibiyle kavga ediyordun. Bir anda yere yığıldın." Mantıklı gelmişti. Bir şey hariç. "Neden gitmediniz? Kalmanıza gerek yoktu. Zaten yeterince yük olmuşum." Adam tebessüm etti. "İyi olduğundan emin olmak istedim. Ayrıca resmiyete gerek yok. Aramızda çok fazla yaş farkı bulunduğunu sanmıyorum."

"Teşekkürler. Bundan sonra başımın çaresine bakarım." Adam, kenardan bir sandalye çekti. "İstemeden kulak misafiri oldum. İş arıyormuşsun. Senin içinde uygunsa asistanım olarak işe başlayabilirsin. Geçen hafta istifa etti ve yalnız idare edemiyorum." Sonra yüzünü buruşturdu. "Fazla saçma oldu." Güldü. "Merhaba ben Hwang Hyunjin. 24 yaşındayım. Seul hukuk bürosunda, boşanma avukatıyım. Memnun oldum."
Sarışın da karşılığında güldü. Cidden saçmaydı. Takip edildiği için koluna girdiği adam, bayıldığı için onu hastaneye getirmiş, şimdi de iş teklifi yapıyordu.

"Bende Lee Yongbok. Sadece Felix de. İş teklifinizi kabul etmeyi çok isterdim fakat okulum var. Yani şansımı yarı zamanlı bir işten yana kullanıcam."
Okul ve işin aynı anda yürümeyeceğini biliyordu ama doktor olma hayalini öylece bırakamazdı.
"Pazartesi, çarşamba okuldan sonra, cumartesi de yarım gün olsan yeterli. Tabi uygunsa."

Kısa bir süre düşündü. Kafasına yatmıştı. "Tamam. Olur. Çok teşekkürler. Ne yapardım bilmiyorum." Nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Üstünden yük kalkmıştı.
"Basit bir CV yollasan yeter. Şimdi dinlen. Bir saate çıkış yapacağız."
Bu kadar samimi ve yakın davranması garip gelmişti. Sanki, çok uzun süredir arkadaşlarmış gibi davranıyordu. Ama bu Felix'in hoşuna gitmişti.

Gözlerini kapattı. Yorgundu. Yarım saat uyusa bile ona iyi gelecekti.

"Felix" Gözlerini açtı. Hyunjin yanında dikiliyordu. "Çıkıyoruz."
Yatağa oturdu. "Nereye?" Hyunjin gözlerini devirdi. "Benim evime gidiyoruz. Ne kadar ısrar etsende seni bırakmam."
Kimseye yük olmak istemiyordu. "Yeterince yardımcı oldun. Kalıcak bir yer bulurum."
"Doktor gözetim altında olman gerektiğini söyledi. Her an başına bir şey gelebilirmiş. Düzenli yemek yediğinden emin olunmalıymış. Yani geliyorsun."
Normalde, biri ona tanımadığı birinde kalacağını söylese gülerdi ama bu adama güvenmişti. Ayrıca onu bırakmayacağının farkındaydı.
"Neden bu kadar iyi davranıyorsun?"
Hyunjin dudaklarını büktü. "Bilmem. Seni sevdim. Tatlısın." Gülümsedi.
24 yaşında bir adamdan daha çok küçük bir çocuk gibiydi.

Yataktan kalkıp yatağın yanındaki ayakkabılarını giydi.
Üstündeki tişörtün kısa kollu olduğunu fark etti. Kollarını görmek istemiyordu ve kimsenin dikkatini çekmemiş olmasını umuyordu.
Gözlerini odada gezdirdi ve ceketini aradı.
Hyunjin elindeki ceketi ona uzattı.
Hızlıca giyip kollarını düzeletti. "Teşekkürler."

Odadan çıktılar. Felix, yürürken,  Hyunjin'den destek alıyordu.
Arada başı dönüyor ve tökezliyordu. Bir kaç kağıdı imzaladıktan sonra hastaneden çıktılar.

Hyunjin, Felix'i ön koltuğa oturttuktan sonra kendisi de yanına bindi. "İlerdeki eczaneden ilaçlarını alıcam."
Sarı saçlının sinirleri bozulmuştu. Kimseyi kullanmak istemiyordu. Sonra öderim diye düşündü. Ama, adama kendi parasını geri verme düşüncesi saçma gelmişti.
"Her şeyden önce. Bana yük olmuyorsun. Sadece seni sevdim. Başka türlü karşılaşsak yine seninle tanışmak isterdim."

Felix-

Sessiz bir yolculuk olmuştu. Gergindim. Yol boyunca avcumun içini delmiştim.

Yeni binaların bulunduğu bir sitenin önünde durduk. Camı açtı ve güvenlik görevlisine adını söyledi. Önümüzdeki bariyer açıldı.
Yer altındaki otoparka girene kadar çevreyi inceledim. Beyaz, gri tonlarında yüksek binalar vardı. Onun dışında yeşillik hakimdi. Boş kalan her yere ağaç ya da çiçek ekilmişti.

Arabadan indi. Bende onun arkasından çıktım. Bagajdan valizimi ve çantamı aldı. Eşyaları almak için gittiğimde, kafasını sağ sola sallayıp asansörü işaret etti.

Asansöre bindik. 7. kat tuşuna bastı. Kısa sürede yukardaydık.
Apartmanın içi temiz ve ferahtı. İki yöne giden koridordan sağ tarafa gittik. Kapısının üstünde 42 yazan daireye girdik.

"Dağnıklık için kusura bakma. Lavabo koridorun sonunda. Misafir odası Sağdan 2. oda. Rahatına bak."
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Açık renk, aşhap yer döşemesi ve beyaz duvarlara sahip uzun, boş bir koridor karşıladı. Bana işaret ettiği odaya doğeu giderken bir yandan da göz ucuyla kapısı açık olan diğer odalara bakıyordum. Ferah, gri dolaplı, içeride bir masa, 2 sandalye bulunan bir mutfak; beyaz duvarlarla zıtlık oluşturan, siyah, şık koltuklu bir salon.

Odaya girdim ve kısaca göz gezdirdim. Tek kişilik bir yatak, yatağın yanında komidin, minik bir dolap. Oda gri, beyaz tonlardaydı. Büyük bir kitaplık ilgimi çekti. Kısaca kitaplara göz attım. Bir kaçını okumuştum. Hukukla ilgili kitaplar ağırlıktaydı. Bunun yanında bir sürü roman da bulunuyordu. Bir kaç tane biyografi gözüma ilişti.

Üstümü değiştirdim. Dizimin üstünde biten gri bol bir tişört üstüne oversize beyaz düz bir tişört giydim. Odayla pişti olmuştum.

Tek kişilik yatağa uzandım. Çok yorgundum. Göz kapaklarım kendilerini taşıyamıyordu.

Tam uykuya dalmak üzereydim ki odanın kapısı tıklandı. Elinde bir eczane poşetiyle Hyunjin gelmişti. "İlaç saati geldi."
Yatağa, yanıma oturdu. Ben oturur pozisyona geldim.
Su solu bardağı elime tutşturdu. Poşetten bir kaç tane vitamin ve hap çıkarıp avcuma koydu. Hepsini tek seferde ağzıma atıp suyu içtim.

Poşetten bir tane krem çıkardı ve kollarıma baktı. Onları unutup kısa kollu giymiştim. Kollarımı saklamak gibi bir çaba içerisine girdim ama boşunaydı. Elini uzattı. Bileğimden tutup kolumdaki izleri incelemeye başladı. Yanıklar, morarıklıklar, kızarıklar, geçen haftadan kalma jilet izleri..
"Bunlar nasıl oldu?"
Kolumu kendime çektim. "Önemli bir şey değil." Tekrar koluma uzanmaya çalışınca istemeden sesimi yükselttim. "Önemli değil dedim. Ayrıca teması sevmem." Yatağın kenarına bıraktığım ceketi üstüme giydim.
Mırıldandı "Özür dilerim." Elindeki kremi bırakıp odadan çıktı.

İç çekip tekrar uzandım.

.
.
.

Saçma bir yerde bıraktım galiba

Yine çok uzun değil ama en azından hikayeye başladık biraz biraz. bi tık saçma oldu sanki ama olsun

görüşürüzzzz

Hurt {Hyunlix}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin