Önceki Bölümden:
Yemek yiyecekleri mekan açık bir mekandı. Önlü arkalı dizilmiş masalar, sıra sıra dizilmiş lambalar ve taze çim kokusu nostaljik bir hava katıyordu. İlk başta Hüseyin Bey ve ailesi gelmişti mekana, şimdi Aziz Beyleri bekliyordular. Rezerve ettikleri masaya geçtiler ve misafirlerini beklemeye koyuldular. İrem oturduğu yerden havayı içine uzunca çekerek gözlerini kapattı, ''Çok güzel bir yermiş'' dedi. O sırada arkasından bir ses, ''Sizin kadar güzel değil hanımefendi'' dedi. İrem arkasını döndüğünde Oğuzcan'ı gördü ve bir kahkaha patlattı, ''Şapşal seni ödümü kopardın'' dedi. Aralarında kısa bir gülüşmeden sonra herkes birbirini selamladı. Masaya oturuldu, yemekler söylendi, yemekler yendi. Gençler, büyüklerden ayrı takılmak için başka bir mekana geçti, o sırada Tahir ve Ece de onlara katıldı. Bol bol kahkahalar atıldı, özlemler giderildi. Artık resmen yeni bir döneme hazırdılar...
2. Bölüm:
Ertesi gün İrem, alarmın sesine lanetler okuyarak uyandı. Dişlerini fırçaladı, saçlarını şöyle bir elleriyle karıştırdıktan sonra dün ütülemeyi unuttuğu üniformasını üstüne geçirdi. Beyaz sneakerlarını da ayağına geçirdikten sonra aşağı kahvaltı masasına indi. Hanife Hanım mutfakta harikalar yaratırdı ama İrem'in sabah iştahı hiç açık olmazdı. Ağzına bir adet zeytin attıktan sonra annesine ve babasına öpücükler vererek dışarı çıktı. Servisi beklemeye başladı. Servis gelene kadar kulaklığından kendine şarkı beğenmeye başladı. Sabah sabah servis muhabbeti hiç çekemezdi, bütün herkes birbirini gördüğüne samimiyetsiz bir şekilde sevinecek, sarılacak sonra da yine birbirinin arkasından konuşmaya başlayacaktı. Hiç uğraşamam diye düşündü ve One Direction'dan One More This şarkısını açtı. Şarkıyı mırıldanmaya başlamışken servis geldi ve bindi. Herkese şöyle kısaca bir gülümseme attıktan sonra yerine oturdu. Bir blok ötesi de Betül'ün eviydi. İçinden, ''Allah'ım nolur kişisel arabasıyla ailesi bırakacak olsun lütfen, lütfen'' diye yalvardı ama nafile. O cırtlak servise giriş yapmıştı bile, sanki çok severmiş gibi ''İreeem, n'aaberr?'' dedi. İrem kulaklığı çıkarıp tam tersi bir edayla, ''İyilik senden?'' diye sordu. Betül'ün de aynı hızda morali düşmüştü, ''Aman bunun da afyonu patlamamış'' diyerek diğerlerine döndü. Bu lafın üzerine arkadan bir iki kıkırdama sesi duydu İrem ama hiç takmadı bile. Yolu izlemeye koyuldu.
Okulda ilk dersleri Edebiyat idi. İrem'in en sevdiği dersti Edebiyat, hocasını da çok seviyordu. Ah o Nagihan Hoca, karamel saçları küçücük siması ve Edebiyat konusundaki derya deniz bilgisi ile İrem'i kendine hayran bırakıyordu. 30-35 yaşlarındaydı Nagihan Hanım ama yaşından daha küçük gösteriyordu o da bıcır bıcır neşeli bir kadındı. Şiir yarışmaları düzenler, öykü turnuvaları ile çocuklara edebiyatı sevdirmeye çalışırdı. Bu halleri sadece İrem'in ilgisini çekmezdi elbette, bir kişi daha vardı ki İrem onları yakıştırdığını kimseye itiraf edemezdi çünkü yakıştırdığı kişi okulun müdürü Tahir Bey idi. Tahir Bey de Matematik alanında hatırı sayılır bir adamdı. Okulun kurucuları onu özel olarak getirmişti bu okula. Disiplini, soğuk duruşuyla Nagihan Hoca'nın tam tersi bir insandı. Öğrencilere genelde mesafeli yaklaşır, yüksek perdeden emir verici şekilde konuşurdu genelde Tahir Hoca, ancak yanından Nagihan Hoca geçerken tamamen farklı bir üslup takınırdı. İrem'in gözlem yeteneğinden mi bilinmez Tahir Hoca'nın bu davranışı onun hep dikkatini çekerdi.
Ders zili çalmış, İrem sırasına geçmiş Tahir ve Oğuzcan'ın muhabbetini dinlerken içeri daha önce hiç görmediği bir kız girdi. Saçları omuz hizasından biraz daha uzun, esmer bir kızdı. Çok güzel bir gülümsemesi vardı ve meraklı gözlerle etrafı inceliyordu. İrem el sallayarak, ''Hoş geldin. 10/D'ye mi gelmek istemiştin?'' dedi. Kız kafasını sallayarak, ''Evet. Yeni nakil oldum.'' Dedi ve İrem kızı yanına çağırdı. Kız yanına giderken bütün sınıf merakla onu izliyordu herkes sıra sıra selam veriyordu kıza. İrem, Oğuzcan'ı yanından kovarak, ''Buraya gelsene'' dedi ve yanındaki sandalyeye eliyle vurarak işaret etti. Kız, İrem'in yanına geçti ve meraklı gözlerle ona bakan insanları tek tek süzdü. Herkes kıza tek tek soru soruyordu, ''Adın ne? Nereden geldin? Niye geldin? En sevdiğin ders ne? Hangi şarkıları dinlemeyi seversin? Zeki misin? Ders çalışmayı sever misin?....'' Bir sürü bitmeyen sorular silsilesi başladı. Kızın adı İdil idi. Annesi elektrik mühendisiydi ve Ankara'dan buraya bir proje için taşınmıştılar. Genelde resimle, müzikle uğraşmayı severdi. Burada hiç arkadaşı yoktu, şehri bilmiyordu. İrem, ''Olsun biz sana şehri tanıtırız, arkadaş da oluruz'' diyerek Oğuzcan'ı, Tahir'i, Ece'yi ve diğerlerini tanıttı. Nagihan Hoca artık derse girmişti, ''Günaydın çocuklar! Nasılsınız? Ooo aramıza yeni yüzler katılmış. Kalk bakalım tanıt kendini'' demişti, İdil'i göstererek. İdil kendini tekrardan tanıttı. Nagihan Hoca, İdil'e takılmak için, ''Kendini tanıttın öyleyse şimdi de Edebiyat ile ne kadar ilgilendiğine bakalım olur mu?'' diyerek sözlüye başladı. Normalde sözlü yapma gibi huyu olmayan kadının şimdi böyle yapması sınıftakileri şaşırtmıştı. Ancak İdil hiç de endişeli gibi görünmüyordu, ''Olur hocam'' dedi yalnızca. Nagihan Hoca, ''Geri Gelen Mektup kimindir?'' diye sordu. Tahir soruya balıklamasına atlayarak, ''PTT'nindir hocam'' dedi ve güldü sınıf da onunla beraber güldü. İdil göz devirerek cevap verdi, ''Hüseyin Nihal Atsız- Ruh Adam'dan Selim'in yazdığı şiirdir'' diyerek yanıtladı. Nagihan Hoca ''Hşşş çocuklar sululuk yapmayalım. Aferin İdilciğim, peki 'Aşk ve Anlatı Şiirleri' kime aittir?'' diye sordu. İdil anında cevapladı, ''William Shakespeare, hocam'' dedi. Nagihan Hoca, etkilenmiş görünüyordu. Genelde lise çağındaki çocuklar bilmez bunları diyerek açıklamasını yaptı ve derse geçti. Bütün gün bu şekilde İdil kendini tanıttı, öğretmenler kısa sözlüler yaptı ve bilgisine hepsi şaşırdı. Sahi kimdi bu kız ve neden öğretmenler ilk günden bu kıza sözlüler yaparak takdir ediyordu. Garip gelmişti sınıftakilere, fısıltılar hemen başladı. İdil ise bunları takmıyormuş gibi gözüküyordu, çantasından defterini çıkarıp hocaların dediklerini yazıyor bir şeyler karalıyordu. Bu sırada Oğuzcan'dan da özür dilemeyi ihmal etmedi, ''Yerini kaptığım için kusura bakma. İstersen geçebilirsin yerine'' dedi. Oğuzcan da, ''Sorun yok, İrem'den sıkılmıştım zaten'' dedi. İrem de dil çıkararak, ''Git şuradan be köle'' dedi. Birbirleriyle tatlı tatlı atışmaya başladılar. İdil de başta ciddi ciddi tartışıyor sandıkları için şaşırmıştı ama baktı iş şakaya dönüyor o da gülmeye başladı. İlk gün yine de fena geçmemişti. Çıkış zili çaldığı gibi herkes fırlamıştı. İdil'e daha servis ayarlanmadığı için babasını beklemeye koyulmuştu. Babasını beklerken okuldaki kütüphaneye uğradı. Bu okuldaki kütüphane daha önceki okullarında gördüğünden çok daha büyüktü. Kendi kendine, ''Anlaşıldı burada çok vakit geçireceğim'' diye düşündü. Kitapları karıştırırken, içeriye orta yaşlarda saçları ve kirli sakalı hafif beyaza dönmeye başlayan yaşına göre gayet iyi bir formda olan bir adam girdi. Gülümseyerek, ''Okuluna hoş geldin İdil. Seni aramızda görmek çok gurur verici'' dedi ve kollarını iki yana açtı. İdil kaşlarını çatarak ve dudaklarını hafiften gererek, ''Affedersiniz, kimsiniz?'' dedi. Adam kendini tanıtmadığı için mahcup olarak, ''Ah kusura bakma, kendimi tanıtmalıydım. Ben Tahir Çakal, okulun müdürü aynı zamanda da Matematik Bölümü Başkanıyım'' dedi. İdil, tanıştıklarına memnun bir ifade ile, ''Memnun oldum lakin damdan düşer gibi okula kayıt olduğum için sizinle tanışma fırsatı bulamamıştık'' dedi. Tahir hoca bu sözlere kahkaha atarak, ''Gerçekten de güzel bir tanım oldu. Sahi Ankara'dan bu kadar apar topar gelmenizin sebebi neydi Küçük Hanım?'' dedi. İdil bıkkın bir şekilde omzunu sallayarak, ''Babam birazdan gelecek, ona sorun'' dedi ve tam o sırada dışarıdan korna sesi gelmeye başladı. İdil'in babası gelmişti. Tahir Bey önündeki düğmeyi ilikleyerek, İdil'in çıkması için İdil'e yol verdi. İdil önde, Tahir Bey arkada ikisi de arabaya doğru gittiler. Tahir Bey, İdil'in babası Alper Bey ile tanışırken İdil çoktan arka koltuğa geçmiş kulaklıklarını takmış Bülent Ortaçgil şarkılarından birini son ses dinliyordu. Başı artık gerçekten de çok ağrımıştı, bütün gün onu tanıyan hocalar bilgilerini sınamış aptal saptal arama motoru düzeyinde sorular sormuştu. Bu gün bitmeliydi artık, hem de hemen......
YOU ARE READING
Işıklı Yol
ChickLitHayat uçsuz bucaksız bir yolsa ve siz bu yolun daha çok başındaysanız yaşamak gerçekten çok zor...