2 - ah bu kalbim senin ellerinde ama bende yüreğin yok

158 17 8
                                    


Giydiği kot pantolonu içinde her zaman iyi hissediyordu kendini. Kol kaslarını gösteren gri tişörtü ve her zamankinin aksine ayağında duran ve adımlarını hafifleten spor ayakkabıları içinde de keza öyle. Gezdiği Seul sokakları, onu böyleyken tam anlamıyla içine çekiyormuş gibi hissediyordu Jungkook. Burada Yüzbaşı değildi ve bu aslında çok hoşuna gidiyordu. Mesleğini ne kadar sevse de bu hissi de yabana atamazdı. Güzeldi. Rüzgarı tüm vücudunda hissederken belinde silahların ağırlık yapmayışına yamuk bir gülüş verirken uzun süre sonra kullandığı izin gününün tadını çıkartıyordu. Rüzgar tam anlamıyla suratını okşayıp geçerken, gülüşünün büyümesinin bir diğer sebebi de karşı caddede gördüğü bedendi. Jungkook, onun neredeyse birkaç ay önce buraya yakın bir yerlerde zorunlu olarak bıraktığı Park Jimin olduğundan emindi.

Sarı, rüzgarda uçuşan saçları gözüne iyice çarptığında dudaklarını esir alan gülümseme büyütmüştü farkında olmadan. İlk gördüğünde düşündüğü tek şey onun güzel oluşu olmuştu. Generalin odasından çıktıktan sonra büzdüğü dudakları kalmıştı aklında en çok genç adamın.

Odadan çıktıktan sonra suratının ona
kimlik sorduğundaki gibi canlı durmadığı da belliydi. Fakat yine de, onu eve bırakmayı hedefleyerek güzel adamın arabaya yerleşmesi için kapısını açmış, yol boyunca ettiği sohbetleri ile gülümsemesini sağlamıştı biraz da. Sarışın az da olsa somurtup dalgın dursa da, Jeon bunu irdeleyecek bir konumda olmadığı için susmayı tercih etmişti ancak o kadar kısa bir süre boyunca fark ettiği diğer şey ise onu gülümsetmeyi sevdiği olmuştu.

Şimdi ise, aklına dolan anılar adımlarının direkt olarak karşı caddeye yönlenmesini sağlamış, elindekileri taşımakta zorlanıyor gibi görünen sarışının yanına ilerlemeye başlamıştı.

Jimin iki adımda bir soluklanıp elindeki ağır tahta parçasını taşırken Jungkook, "Hey!" demişti.
Kendini fark etmesini beklemiş, en azından soluklanmak için durmasını değil de sesini tanıyıp geriye dönmesini beklemişti. Ancak Jimin hala orada durup tahtayla uğraşıyordu. Jungkook iyice yaklaştığında ellerini ceplerine yerleştirmişti.

Jimin'in dudaklarına dikkat kesildiğinde devamlı olarak söylenmesi gülüşünü büyüttüğünde ise sessiz kalmaya çalışarak dinlemişti kısa olanı.

"Yani, ne var biraz yardımcı olsan anlamıyorum ki! Taehyung gelseydi görürdün sen gününü. Tek başımayım işte. Sen iyi bir aksesuar olarak yardımcı olabilirdin en azından.."

Ellerini belinden çekip ofladığında, uzun olan onun alnındaki ter damlalarının parlayışını gördüğünden emindi. Göğsü inip kalkan Jimin'in dibine girip de elindeki tahta parçasını kavradığında sıçramıştı sarışın olan.

Elini kalbine koyarak geriye kaçtığında ise, "Sarışın," diyerek sızlanmıştı Jungkook. "Korkuttum mu? Afedersin, yardım etmek istemiştim sadece."

Yani, Jungkook elbette ondan bir sarılma falan beklemiyordu ancak kaşlarını çatıp da, "Tanışıyor muyuz?" demesini hiç beklememişti.

Bunun üzerine uzun beden boğazını temizlemiş ve asker duruşuna geçmişti. "Yüzbaşı Jeon."

Yanlarından geçenler onun bu haline garipçe bakarken kısa olan gözlerini kaçırmıştı.

Elbette tanımıştı çünkü sevimli gülümsemesiyle ona sarışın demişti. Bu gülümsemeyi nasıl unutabilirdi ki? Daha önce hiç böyle tatlısını görmemişti. Yine de onu tanımıyormuş gibi yapmayı tercih etmişti çünkü onu evine bırakma amacıyla sokağın birine bıraktığından günler sonra da aklına gelip durmuştu. O yüzden burada görmesi canını sıksa da kaba olmamaya çalışıyordu.

in this shirt Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin