"Yetmiş dokuzu da yirmi beş ile çarparsak, cevap çıkacaktır."
"Ama ikinci problemi nasıl yaptınızki?"
"Onu ta ilk başta anlatmıştım. Neyse, dinleyin. Yeniden anlatıyorum."
Sıradan bir okul günüydü. Evet, Damla yine uyuyordu. Hocası ve sınıf arkadaşının konuştuğunu duyunca yavaşça gözlerini açtı. Eşarbını düzeltti, etrafa bakındı. Damla hariç herkes derse odaklanmış hocayı dinliyordu. Gözlerini kısarak saati okumaya çalıştı. Ders şimdi bitecekti.
Damla tam düşüncelere dalmışken zilin tatlı melodisi duyuluyor. Bazıları eşyalarını çantasına topluyor, bazıları sınıftan çıkmak için savaş veriyordu. Damla her gün olduğu gibi halsiz bir şekilde çantasını topladı. Ağır adımlarla ayağa kalktı, kapıya doğru ilerledi. İnsan benzeri yaratıkların arasından sıvışarak okuldan çıktı.
Evi uzaktı. Her sabah okula gitmek için bir buçuk saat önceden uyanıyor, bir saat boyunda okula yürüyordu. Dersleri iyiydi. Edebiyatı normalden daha iyi. Hocaları ondan memnundu. Okuldaki herkes onu seviyordu resmen. Damla'yı kim sevmez ki? Derslerinde başarılı, terbiyeli, şımarıklık yapmayan bir kız. Damla'yı ayırıp, sınıfına baktığımızda pek ona göre kişiler göremiyoruz. Hepsi bir birinden farklı yaratıklar. Damla onları haketmiyor.
Aradan bir saat geçmiş, Damla anca eve gelebilmişti. Çantasından çıkardığı anahtarıyla evin kapısını açtı. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.
"Anne?" Ses gelmedi.
"Baba?" Yine ses gelmedi. Evde kimse yoktu.Odasına doğru ilerledi. Mükemmel düzenli odasına girdi, çantasını yatağının yanına bıraktı, eşarbını çıkardı. Dolabını açıp üzerine rahat bir şeyler giydi. Bugün hocası bir sürü ödev vermişti. Hepsini kendisine yapmak istemiyordu. Evde bıraktığı telefonunu açtı. Birkaç harf tuşladı ve arkadaşını aradı. Beşinci çalışta telefon açıldı.
Aradığı kişi Eylül'dü. Çocukluktan beri en iyi arkadaşı. Sarışın, masmavi gözlü, mükemmel fiziğe sahip olan bir kızdı. Kısaca Damla'yı tamamilen aşan biri.
Damla, Eylül'ün yanına gelmesi için bir sürü bahane uydurdu. Ödev konusunu açsa olumsuz cevap alacağını biliyordu çünkü. Ne dediyse ikna etmişti. Mutlu bir şekilde telefonu kapattı. Kitaplığından bir kaç test kitabı ve ders kitaplarını çalışma masasının üzerine koydu. Artık her şey hazırdı.
Yarım saat sonra kapı çaldı. Damla hızlıca odasından çıktı, kapıyı açtı. Gelen annesiydi. İşi erken bitmişti demekki.
"Hoşgeldin." Dedi, annesi Elda'ya. Annesinden cevap gelmedi. Hep böyleydi zaten.
Uzun yıllar önce annesi Elda ve babası Hakan bir iş gezisinde tanışmışlardı. O zamanlar yirmili yaşlarının ortalarındaydılar. Annesi ve babası birbiriyle iyi anlaşıyorlardı. Beraber dünyayı gezmişler, yeni yerler tanımışlardı. En sonunda birbirlerinden hoşlandıklarını kabul edip bir ilişkiye başladılar. Bu ilişki ciddi bir ilişki değildi. Belki de sadece onlar öyle sanıyordu. Beklemedikleri bir sürpriz vardı. Damla'nın doğması. Annesi ve babası bu durumdan memnun değillerdi. Ama yapabilecekleri bir şey yoktu. Damla'yla konuşmuyor, ilgilenmiyorlardı. Her zaman gezilere gidiyor, dünyayı turluyorlardı. Tabi bu planları arasında Damla yoktu. Damla artık büyüdüğünde kendine bakıyor, yemek hazırlıyor, kıyafetlerini yıkıyordu. Annesi ve babasıyla aynı evde yaşadıklarına rağmen sanki birer yabancılardı birbirlerine. Bu tam tamına altı yıldır böyleydi. Ve böylede devam edecekti.
Damla arkadaşının geç kaldığını düşünüyordu. Telefonunu eline aldı. Arkadaşıyla mesajlarına girerek bir mesaj yazdı.
"Hey, ne zaman geleceksin?"