*Bu bölüm normalde aklımda değildi. Özel bölüm gibi bir şey.
★★★
Namjoon, Balinam.
Sana özgürce Namjoon diyebiliyorum çünkü öldüm. Yani okuyorsan ölmüşümdür.
Ne zaman buldun bu mektubu bilmiyorum ancak ben doğum günümden bir gün önce yazıyorum bunu. Aslında yazmak yoktu aklımda ama belki bir ihtimal beni özlediğinde okumak istersin.
Bunu bulduysan zaten beni özlemişsindir çünkü sweatlerimin arasına koyacağım.
Namjoon, bazen bazı şeyler için, yani bazı şeyleri sana söylememiş olmak beni çok çıkmaza sokuyor çünkü eğer belki sana olan sevgimi sana anlatsaydım bu kadar korkmasaydım da, o zaman her şey farklı olabilirdi, mesela sana aşkımın başlangıcını anlatsam? Öyle, mükemmmel destansı güzel bir şey değil ama aşk işte.
Ben sana galiba lisede fark ettim hislerimi, lise ikideyken. Kampa gitmiştik. Sen, ben ve Jonghyun Hyung. Çok güzeldin Namjoon, o kadar güzeldin ki. Nasıl tarif ederim bilmiyorum ama illaki kelimelere dökecek olsaydım şöyle yazardım...
Bir beyaz kağıda her şey yazılabilir,
Senin dışında...*Şu anda pek şiir havamda değilim açıkcası, yarın kendime kıymayacak olmak biraz canımı yakıyor. Ama içimi dökmek istiyorum. Sana o günü ve o günden bu güne bir kaç anı yazacağım.
Kampta, yüzüne vuran odun ateşini, yüksek kahkahalarını, gülerken beliren gamzeni ve her bir cümleni hatırlıyorum. Ama canımı yakan bir şey var Namjoon, sen bana değil, Jonghyun'a gülüyordun. Jonghyun'u zaten hep kıskanmıştım, her zaman annemin gözdesiydi. Onun öz çocuğu bile değildi ama yine de benim hep önümde tutradı onu. Jonghyun'um şöyle, Jonghyun'um böyle. Evet biliyordum bende farkındaydım Jonghyun'un benden daha iyi olduğunu ama bende güzel şeyler yapıyordum. Değil mi Joonie'm, sen her zaman benim şiirlerimi sevmedin mi?
O kamptan sonra daha bi dikkat eder oldum sana. Her bir hareketin, her bir cümlen... O kadar güzel geldi ki gözüme.
Bir gün babanla kavga ettin. Çok büyük bir kavgaydı galiba, bana anlatmamıştın. Ama beni aramış ve ağlayarak yardım istemiştin, boğuk kelimelerin hala dün gibi aklımda aynen şöyle söylemiştin. Hyung, ben çok kötüyüm. Sana ihtiyacım var, Hyung. Lütfen beni al. Lütfen Hyung... Ve biraz daha yalvarış. Ne olduğunu algıladığımda direk gelmiştim, seni almış ve sahile götürmüştüm. Saatlerce ağlamıştın, sadece ağlamış ve ne olduğunu bana anlatmamıştın. Çok endişelenmiştim senin için, yüreğim ağzımdaydı hep. Ağlayıp ağlayıpta sonradan sustuğunda 'Hyung, kalbin çok hızlı atıyor.' demiştin. Ancak o zaman fark etmiştim bende, senin acını öğrenemeyince büyük bir korku içine kapıldığımı.
Sende bana olduğunca yardım ettin Joonie'm. Bende senin kucağında saatlerce ağladım bir çok kez. Ama Joon, ne var biliyor musun? Ben hiç bir zaman asıl acımı sana söylemedim. Hep ağlamam için mazeret bulduğum şeyleri söyledim sana. Benim asıl ağlama sebebim sana asla sahip olamayacağımı bilmemdi.
Sen hatırlar mısın bilmem ancak bir gün -kendi evime yeni çıktığım zamanlar- eve geldin. Elinde şişelerce soju vardı. Bana sarhoş olalım diyerek heyecanla elindeki şişeleri uzattın. Sana asla hayır demedim ki bu sefer deseydim. Seni eve aldım ve içtik, bolca içtik. Senin alkol direnci yüksek olan bedenin bile sarhoş olmuştu. Tabii o zamanlar bu kadar dayanıklı değildin içkiye ama yine de yaşına kıyasla gayet iyi içiciydin. Ben senin kadar çok içmedim, sarhoş değildim. Sen ise gerçekten sarhoş olmak için içmiştin, anlamıştım bir derdin olduğunu. Keşke sormasaymışım, ama kader işte -ki kadere de inanmam, bilirsin- soruverdim her zamanki gibi. Sen dedin ki,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seventy - NamJin
FanfictionSeokjin, küçük bir kebekti. Hayatın tadını çıkartamamış, kısa ömrünü daha da kısaltmıştı.