Bu geceki görevim de başarıyla tamamlandığına göre artık evime gidebilirim. Ama önce babaannemin yaşayıp yaşamadığını kontrol etmem lazım. Gerçi beni yine hatırlamayacak. Kendisi alzheimer olduğu için on iki sene boyunca yetimhanede büyümek zorunda kaldım. Gerçi varlığını bile üç sene öğrenmiştim.
Evine yakındım yaklaşık on dakika sonra evinin önüne vardım. Kapıyı çalmadım bu defa. Işık açıktı ama perdeyi kapatmamıştı yine. Camdan ne yaptığına baktım. Eski küçük mutfağında örgü örüyordu. Klasik bir babaanne gibi görünüyordu. Ama sanki benim babaannem değildi. Sanki değildi, o benim babaannem değildi zaten.
Ne ben onu tanıyordum ne de o beni. İki yabancıydık. Ne zaman annem ve babamın konusunu açmaya çalışsam 'benim çocuğum yok.' demekten başka bir şey söylemiyor. Acaba kaza olduğu zamanda da hasta mıydı? Acaba kazadan sonra mı böyle oldu? Acaba babamla arası nasıldı? Acaba beni tanımasa da benim küçüklüğümü tanıyor mu? Bunlar kafamdaki soru işaretlerinin yalnızca birkaçıydı.
Onu orada öylece bırakıp evimin yolunu tuttum. Aynı yerden geçiyordum. Polisler gelmişti bile. Olayı araştırmaya bile başlamışlardı. Devletin polisi var ama adaleti yok. Bu durumda polisler işlerini boşuna yapmış olmuyor mu? Simsiyah olan sweatshirtümün kapşonunu kafama çektim. Ellerimi cebime koydum. İlk cinayetim değildi. Bunun verdiği soğukkanlılıkla polislerin yanından geçip gittim.
Önümdeki sokak kapkaranlıktı. Sokak lambası patlaktı muhtemelen. En sevdiğim şey, karanlık. Karanlığa doğru bakındım. Göremiyordum ama karanlığı hissediyordum. Kara delikti ama sanki ucunu bildiğim bir kara delik. Bu siyah beni gülümsetiyor ve cesaretlendiriyordu. Sol yanağım istemsizce yukarı doğru kıvrılıyordu.
Adımlarım gittikçe yavaşlıyordu. Karanlıktaki oksijeni yavaşlarken içime çekiyordum ve karanlığı hissediyordum. Ellerimi açtım ve gökyüzüne bakındım. Simsiyah havada parlayan minik yıldızlar ve kendine bile yetmeyen ay ışığına baktım. Asla sokağı aydınlatamıyordu. Bunu dert etmiyordum. Bundan haz alıyordum.
Arkamda işlediğim cinayet soruşturuluyordu ama ben karanlıktayken kendimi güvende hissediyordum. Arkamı döndüm ve polislere bakındım. İstediğim olmuştu, şerefsizin üstünü kapatmışlardı. Tekrar gülümsedim ve önüme döndüm. Artık gidebilirim.
Burası evime daha uzaktı. Ama yine de yürümekten vazgeçmedim. Muhtemelen herkes uyumuştu. Bu yüzden anahtarla açacaktım. Cebimden kuru kafalı anahtarlığı olan anahtarımı çıkardım ve sessizce kapıya yaklaştırdım. Ama bir dakika kapı açıldı.
Karşımdaki üç kız bana sorgular bakışlar atıyordu. Bu dünyada en çok güvendiğim üç kişilerdi. Az önce polisin yanından elimi kolumu sallayarak geçtim ama karşımdaki üç kıza açıklama yapmam gerekiyordu ve bu beni korkutmuştu. Yeşim daha mantıklı düşünenimizdi. Bu yüzden salonumuza oturdum ve onun gözlerinin içine bakarak anlattım. "Yine görev başındaydım."
Işıl bana korkuyla bakıyordu. Ama sanki sinirli gibi de bakıyordu. Işıl bu evin en aşko kuşkosu olabilirdi ama sinirlendiğinde de gözü hiçbir şey görmezdi. Tabii benim gibi insanları bedensel olarak öldürmezdi ama zihinsel ve psikolojik olarak bitirebilirdi. "Senin bu görevlerin fazla olmaya başladı. Saat gece bir hatta iki be kızım."
Defne lafa girecekti belliydi. Defne bu evin konuşkan kızı, dert dinleyeni ve evin neşesiydi. Ki bu kadar neşeli olması beni uyuz ediyordu o ayrı. Ayrıca konuşurken beyin ütülüyordu. Susmuyordu. Asla durmuyordu. Ne yapsak yapalım susmuyordu.
"Bana bak eve bu saatte bir daha sakın gelmiyorsun! Ödümüz kopuyor ya. Merak etme başına bir iş gelmesinden değil. Polisler seni arıyor ya malum. Korkutuyorsun bizi. Yapma bunu artık. Ulan senin hayatın bundan mı ibaret? Git aşık ol, ne bileyim git gez biraz, havayı hisset, gökyüzünü hisset, renkleri hisset, hayatı hisset. Yoksa hayat böyle geçmez."
En son ben yorulup susturdum. "Defne Allah'ını seviyorsan sus ya. İstemiyorum ben, istemiyorum renkleri falan hissetmek. İstemiyorum gezmek. Hele aşk denen saçmalığı hiç yapmak istemiyorum. Ay o ne öyle. İğrenç. Benim hayatım bu. Anladın mı? Ben siyaha aşığım. Ben karanlığa aşığım. Ben kan kokusuna aşığım. Benim hayat felsefem bu."
Benim savungan ses tonumu kesen Yeşim'in sakin ses tonu oldu. "Kızlar sanki biraz haklı. Bir daha bu saatte eve gelmiyorsun. Konu kapandı. Şimdi herkes doğru uyumaya. Yarın çok işimiz var. Hepimizin sabahtan gideceği dersi ve çıkışta gideceği işleri var." Evdeki son sözü yine söyledi.
Yeşim ve Işıl, ben ve Defne aynı odada kalıyorduk. Defne ile odamız resmen ikiye ayrılmıştı. Bir tarafta onun rengarenk süslenmiş duvarları, kelebekli postitleri pastel tonlardaki yatak örtüsü, yazdığı kitaplar ve çizdiği resimler, yaptığı sanatlar... Dolabında rengarenk giysiler, elbiseler vardı.
Benimki tam tersiydi. Simsiyah mobilyalarım, duvardaki rock veya metal grupların posterleri, kuru kafalar, örümcekli postitlerim komodinin üzerinde sadece siyah ve sadece üç beş tane olan makyaj malzemelerim... Giysi dolabımda olan sadece siyahtan oluşan pantolon, eşofman, crop sweat ve tişört vardı.
Ne kadar zıt karakterdeydik evet. Hala nasıl anlaşıyorduk bilmiyorum. Mesela Defne bu kadar renkli olmasına rağmen Işıl'a göre fazla doğaldı. Makyaj yapmayı pek sevmezdi. Ya da o kadar kıyafetleri olmasına rağmen hepsini giyemezdi. Sayılı sevdiklerinden giyerdi. Ama Işıl bir giydiğini bir daha giymezdi. Yeşim de doğaldı aslında. Crop bile giymezdi. Giyime o kadar da çok önem vermezdi. İnsanların kendi gibi giyinmesi onları daha güzel yaparmış. Yani evde tek tuhaf insan ben değilim.
Yurt kapanmasaydı gayet güzel yaşayabiliyorduk bir odada aslında. Bu eve taşınmamızı Işıl'ın ailesine borçluyuz. Hiçbirimizin bu evi alamaya bütçemiz yoktu. Malum benim ailem yok. Yeşim ve Defne'nin de yeterli miktarda aile bütçesi.
Sevgili okur şimdi merak etmişsindir benim aileme ne olduğunu. Bundan on beş sene önce yani ben altı yaşındayken bir trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetmişlerdi ama ben gerçeği on yedi yaşında öğreninceye kadardı bu. Aslında annemler trafik kazasında kadere bağlı olarak ölmemiş, öldürülmüş. Bunu öğrendiğim an deliye dönmüştüm.
Zaten ilk cinayetim de bu olayın aslını öğrenip araştırmamla başladı. Yeşim kendi çapında bir Hacker'di. Bunu kullanarak izleri takip ettim ve ailemin intikamını on sekiz yaşındayken ilk cinayetimi işlediğim dakika aldım.
Sonrası geldi. Haksızlığa uğrayan ya da 'adalet' adı altında tecavüz, istismar gibi iğrenç suçlara sahip insanları serbest bıraktıkları zaman ben serbest bırakmadım. Bugünkü kurbanım da bu nedenden dolayı artık yaşamıyordu. Umut evindeki küçücük kız çocuğuna tecavüz etmeye çalışmıştı ve bugün 'adalet' için serbest bırakılmıştı. Bende asıl yapılması gerekeni yaptım.
Odama geçmeden önce duşumu aldım ve temiz kıyafetlerimi giyindim. Ben gelene kadar Defne uyumuştu. İyi Allah'tan kolay uyanan birisi değildi. Saçımı kuruttum çantamı hazırladım. Defne karanlıktan korktuğu için ilk önce ışık açıkken Defne uykuya dalıyor daha sonra ışığı kapatıp zifiri karanlıkta ise ben uykuma kavuşuyordum.
Aynanın karşısına geçtim ve nefret edilesi halime baktım. Sarışın ve mavi gözlere sahip olmak beni kendimden soğutuyordu. Çoğu insanın güzellik algısı bu olsa da benimki simsiyah saçlar ve simsiyah gözlerdi. Ama bu özelliğimi annemden aldığım için de fazla şikayetlenemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ KAN
Mystery / ThrillerAdalet için insanları öldüren genç kız ve cinayet polisinin aşkı.