Karanlık.
Her yer çok karanlık.
Korku var her yerde. Korkuyor Felix. Bir ışık yanıyor sonra. Uzakta, çok uzakta. Koşuyor, ışığı takip ediyor. Ulaşamıyor! Bütün havası bitene dek koşuyor ama yaklaşamıyor bile ışığa. Duruyor, daha fazla koşmaya yetmeyecek nefesi. Boğulduğunu hissediyor.
Sonra aniden bir ışık yanıyor, arkasında. Bakmaması gerektiğini hissediyor ancak karanlığa batmamak için dönüyor ışığa. Ayna var. Sonsuzluğa uzanan bir ayna. İstemiyor, bakamıyor. Ayna daha korkunç karanlıktan. Kaçmak istiyor fakat dört bir yanı aynalarla çevrelenmiş, hapsedilmiş. Çığlık atmak istiyor, nefesi yetmiyor.
Aynalarda gördüğü yüz titremesini sağlıyor. Kan var. Nokta nokta kanla süslenmiş çillerinin olduğu her bir yer. Ten rengi her zaman istediği gibi bembeyaz. Oysa beğenmiyor kendini böyle. Çünkü ölüm bu. Ölüm beyazı, yakışmamış hiç Felix'e.
Sıkıştığı bu daracık alan canını yakmaya başlıyor. Üşüyor. Özlüyor da, sevgilisini özlüyor. Bir rüyada olduğunun bilincinde, yine de aşkını her bir zerresinde hissediyor. İlk kez pişmanlık sarıyor vücudunu. Güzel olup olmamanın çok da önemli olmadığını fark ediyor bir anda. Aynalardan biri çatlıyor. Sevgilisi olduğunun bilincine de o zaman varıyor sanki. Rüyasında, nefes alamayacağı kadar dar ve korkunç bir yerde anlıyor sevilesi olduğunu.
Doğru ya, kalple bakıyor sevgi duygusuna layık insanlar. Görünüşe değil, ruha bakıyor.
Kendine eziyet ettiğini işte böyle bir kabusla anlıyor Lee Felix. Aynalar büyük bir gürültü koparıyor paramparça olup üstüne dökülmeden önce. Canı yanıyor, kalbi sızlıyor ve boğazına takılmış bir şey. Belki de cam parçaları kesmiştir bir yerini, çok umursamıyor. Karanlıkta yeniden ama korkmuyor.
Çünkü biliyor artık. Görünüş yalnızca bir kılıf ve önemli olan tek şey ruhun temizliği iken karanlığın gizledikleri önemini yitiriyor. Evet, çünkü görmek için bakmak gerekmiyor ve karanlık, güzel kalpleri gizlemeye yetmiyor.
Lee Yongbok Felix sonunda anlıyor.
Fakat anlaması hiçbir işe yaramıyor. Ruhunu saran huzura karşın boğazındaki yumru boğmaya devam ediyor Felix'i. Bir ses duyuyor sonra, sevgilisinin sesi. "Felix!" diyor çığlık çığlığa. "Yalvarırım aç gözünü." Deniyor Felix, kırmak istemiyor sevgilisini. Çok uğraşıyor, olmuyor.
"Tanrım. Olamaz, hayır. Hayır! Yalvarırım alma onu benden. Felix, güzelim. Yalvarırım..."
Ah, demek ki canına batmış cam kırıkları. Kesik ruhundaymış, boğazındaki yumru ölümmüş. Veda edememiş her şeyine. Kalbi kırık ve pişmanlıklarla dolu bir adam bırakmış ardında. Ölmüş. Tam öğrendiği, iyileşmek istediği anda kabul etmiş Tanrı dualarını. Kalp atışları yankılanıyor kulaklarında. Ne yavaş, ne çaresiz. Gitmek zorunda olan bir aşığın istemsizce atılan yavaş adımları gibi.
Gözünü son bir kez açıp sevgilisini görebilmek için her şeyi yapabilecek gibi çaresiz. Oysa hiçbir şeyi kalmamış, Tanrı'yla pazarlık edebileceği bir canı bile yok. Ama o çok muhtaç. Neredeyse atmayan kalbi öyle acıyor ki pişmanlıkla, ölümü değil edemediği vedası yakıyor canını. Görmek istiyor aşkını. Onu bugüne kadar yaşattığı için teşekkür etmek, üzülmemesini tembihlemek istiyor. Yapamıyor, bir türlü aralanmıyor o dudakları. Artık morarmaya başladığını nereden bilsin ki?
Son kez, karşılığında sunabileceği hiçbir şey olmadan yalvarıyor Tanrı'sına. "Lütfen, son kez görebileyim." diyor. Cennete giderse sonsuza dek onu izleyecek ama yine de nefret ettiği bedeniyle görmek istiyor sevgilisini. Tanrı'sı dinlemiyor onu. Çaresizlik hissi hiç bu kadar yoğun olmamış.
Ruhuyla ağlıyor. Yaş akıtamıyor belki ancak ilk kez bu kadar gerçek ağlayışı. "Ne olur," diye yalvarıyor. "Ne olur özür dileyebileyim. Biz hak etmedik bunu! Sevilmemeyi ben seçmedim. Bana yazılan bir kaderin bizi getirdiği bu acınası hali biz istemedik! Hyunjin bunu hak edecek hiçbir şey yapmadı. O çirkin bile değil!" İsyan ediyor Tanrı'sına. Karanlık giderek onu yutarken o tutamıyor sessiz çığlıklarını. "Eşit sevmeyeceksen niye yarattın?" diyor, öyle öfkeli ki kaderine, durduramıyor kendini. "Sevilmeyeceksem niye varım! Beni seven tek kişi oydu, Tanrım, yalvarırım..."
Bir şey oluyor sonra. Tanrı ona acımış olmalı. Açılıyor gözkapakları yavaşça. Kalp atışları duyulamayacak kadar azalmışken buğulu bakışları ağlamaktan mahvolmuş sevgilisini buluyor. Çok zorlanıyor, Tanrı şahit, çok canı yanıyor ama elini kaldırıp sevgilisinin saçlarını okşamayı başarıyor. Sıçrıyor Hyunjin yerinden. Bakışlarında öyle korku dolu bir ifade var ki bir kez daha kızıyor kendine Felix.
Hyunjin'in titreyen elleri sevgilisinin bembeyaz olmuş yüzünü sarıyor. "Sevgilim, güzelim." diyor ne yapacağını bilemeyerek. Felix gülümsüyor. Son olduğunun ikisi de farkında. Biri kabullenmiş, biri bu gerçekten köşe bucak kaçıyor. Vedaları ölüm acısından daha çok yakıyor canını.
"Çok aşığım sana." diyor Felix hiç olmadığı kadar kısık ve yorgun çıkan sesiyle. "Özür dilerim." Başka bir şey söyleyecek gücü yok. Ölüm bir adım arkasında. Çok az kaldı, biliyor. Hyunjin hıçkırıkları arasında susturuyor sevgilisini. "Sakın özür dileme." diyor. Saf acıyla titriyor. "Ben özür dilerim. Ben... ben çok özür dileri-"
Onu susturan şey sevgilisinin güçsüz elleriyle yakasını kavraması oluyor. Felix yapamıyor ama Hyunjin anlıyor isteğini. Eğilip dudaklarına kapanırken canının yandığından başka bir şey düşünemiyor. Çok acıyor. Ölüm kadar acıtıyor mu bilmiyor ama yaşarken tadabileceği en büyük acının bu olduğundan emin.
Felix ise korkuyor. Buz gibi olmuş dudaklarının sevgilisini üşüteceğinden çok korkuyor ama sevgilisine hediye edebileceği en iyi veda bu. Zira ölümünden sonra boş yatağında çok daha fazla üşüyeceğinin de farkında.
Tek eli yatağa düşüyor, diğerini de Hyunjin tutuyor zaten. Gözlerini daha fazla açık tutamıyor. Isınmış. Sevgilisinin aşkıyla ısınmış ve ölüme giderken en azından buna tutunuyor. Artık ölüm son nefesiyle birlikte yakalıyor onu. Tek damla yaş süzülüyor sol gözünden. Ve her şey kaybolup yerini hiçliğe bırakırken duyduğu son şey dudakları üstünde hareket eden dudakların acı mırıltısı oluyor.
"Ben de... Çok, çok aşığım."
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cover me | hyunlix
Fanfiction[hyunlix, minific, angst] why do i feel so lonely in this night? tw: yeme bozukluğu!