Bir yandan beyaz kemikli parmaklarıyla klavyede ritimler tutuyor, bir yandan da bilgisayarına gelen tonla maili açıyordu Felix. Günlerden pazardı, yağmurluydu ve en sevdiği havaydı.
Kasvetli günleri severdi, güneş görünce bir vampir edasıyla evine kapanıp perdeleri çekerek loş ortamda otururdu. Bunu sürekli saklanma içgüdüsüne de bağlayabilirdiniz aslında.
Evinin en üst katındaki çalışma masasındaydı şimdi. Kendine ait bu 32 katlı rezidansın üst 3 katı kendisinin, diğerleri başka insanlarındı. Asansör sadece 29. kata kadar çıkabiliyor, diğer katlara evin içindeki merdivenlerden çıkılıyordu.
Çalışma odasını ise bilerek en üst kata yaptırmıştı Felix. Tüm şehrin ayaklarının altında olması hissi bir yana, havuzlu terası da vardı bu katın. Tamamen kendisini ait hissettiği tek yerdi.
O havuzda Chan'la kaç kere seviştiğini hatırlayamıyordu bile.
Yine düşüncelerinin güzel ama acı verici anılara kaydığını hissettiğinde derin bir nefes alarak son maili açtı. Yine gereksiz birkaç şirket dosyasıydı. Gelişigüzel göz gezdirdikten sonra onu da kapattı ve bilgisayarı dizlerinin üzerinden kaldırıp koltuğa koyduktan sonra ayaklarını kendine çekerek küçüldü olduğu yerde. Elinde hala sıcak olan kahve kupası varken hemen karşısındaki eşsiz manzarayı izledi.
Tüm Londra ayakları altındaydı. Her zaman bulutlu havası olan bu şehir tam ona göre olduğu için uzun yıllar önce ailesinden ayrılarak bu şehire taşınmıştı. İlk başlarda farklı bir dil ve farklı bir ülke yüzünden alışmakta zorluk çektiyse de Chan'la beraber her şeyin üstesinden gelmişti.
Aslında ruhu çok inceydi Felix'in. Kaba saba bir yapısı yoktu. Aksine, birçok görev için daha feminen giyinip iğrenç zihniyetli herifleri tavladığı çok olmuştu. Yaptıklarına ve düşündüklerine karşılık vücudu oldukça güzel ve küçüktü. Bu yüzden şu anki koltuğa sığınmış, kahve içen halini görseydiniz muhtemelen bir mafya olmasını gülerek karşılardınız.
Yoğun düşünceler eşliğinde manzarayı seyre devam ederken evin içinde kapı zili yankılanmıştı. Bunun en alt kattan geldiğinin bilincinde bir şekilde yerinden oynamadı Felix. Zaten kısa süre sonra da bulunduğu odanın kapalı kapısı tıklatılmıştı.
"Gir."
İçeriye kafası önüne eğik şekilde giren koruma, bir kez olsun gözlerini yerden kaldırmadan konuştu. Bu koruma Felix'e yakın olanlardan olmadığı için bu şekilde ekstra saygılı davranıyordu.
"Kapıda birisi var efendim, isminin Han Jisung olduğunu söyledi. İçeri almamızı ister misiniz?"
Felix tam kahvesini dudaklarına götürürken duyduğu isimle durdu. Kafasından binbir düşünce çarpı bin beş yüz hızda geçerken yutkundu.
"Alın."
Bunu söylerken boş bakışlarla dışarıya bakıyor, elindeki kupa bardak hafiften titriyordu. Dumanı yüzünü yaktığından geri çekti ve ayaklarını yere indirerek bardağı masaya koydu. Üzerinde siyah bir eşofman ve beyaz bol bir tişört vardı. Özensizdi fakat gelecek olan kişi için hazırlanmak da umurunda dahi değildi.
Han Jisung onun için artık o kadar da önemli birisi değildi.
Ellerini eşofmanının cebine koyduktan sonra boydan boya cam olan duvarların yanına gitti ve karmaşayı izledi. İnsanlar bir o yana bir bu yana koşturuyor, gereksiz bir hengamenin ortasında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Kapısı tıklatıldı ve cevap vermemesine rağmen açıldı. O an arkasını dönüp de bunun için kızmadı çünkü gelen kişinin bir zamanlar en yakın arkadaşı olan kişi olduğunu biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a little death.
FanfictionA Little Death by The Neighbourhood "Bir insan tüm hayatı boyunca en fazla 200 kez yalan söyleyebilir, daha doğrusu yalanlarını devam ettirebilirmiş. Ben birinci yalanımı söyledim sana Chan. Beyaz bir yalandı belki, doğrusunu bilmen bir şeyi değişt...