Orta dünya... Uçsuz bucaksız ovaları, zirvesi bile görünmeyen dağları ve huzur dolu halkları ile barış içinde zamanlar geçiriyordu. Mevsimlerden ilk bahardı. Hafif hafif esen bahar meltemi Lorien deki ulu ağaçların yapraklarını dansa kaldırıyor, elflerin latif şarkıları semada hoş bir tını ile çınlıyordu.
Elf hanımı Galadriel in kızları da böyle bir günde, ormanın kuytu bir köşesine çekilmiş, kendi şarkılarını sessizce mırıldanıyorlardı. Yine Orta Dünyanın bir başka köşesinde şöminesinin başına oturmuş ufak hobbit Fatma Keskinsapı büyük bir zevkle çayını yudumluyor, eski Baggins lerin evini aldıktan sonra kilerde bulduğu ihtiyar Baggins in maceralarından birini okuyordu.
İnsanların yüksek kalelerinden birinde yatağına uzanmış derin düşüncelere dalan Numenor prensesi Zeynep ise biraz hüzünlüydü. Ömrü boyunca beklediği, daima hayalini kurduğu prensinin hayali ile yanıp tutuşuyor, onu bulamadan kralın onu başka biri ile evlendirmesinden korkuyordu. Öfkeyle başının altında duran kuş tüyü yumuşacık yastığını sarayın taş duvarına fırlattı. Tam o sırada kirli gibi duran gri pelerini uzun bedenini saran, kukuletasının altında yüzünü saklayan kolcu girdi içeri. Zeynep onu gördüğüne bir nebze de olsa mutlu olmuştu.
Banu krallığın ilk kadın kolcusuydu. Ve şimdiye kadar hiçbir özgür halkta onun kadar iyi bir kolcu ne görünmüştü ne de görüneceğe benziyordu. Prensese ufak bir reverans yaptıktan sonra gülümseyip pelerinini bir kenara fırlattı.
-yorguna benziyorsun. Zeynep Banu ya bakmadan konuşmuştu. -Ben yorulmayacağım da sen mi yorulacaksın Zeynep. Kaç mil at sürdüm kırk tane de ork avladım. Son günlerde biraz çoğaldılar malum. Banu ya yan gözle bakıp kafasını çeviren Zeynep te bir gariplik sezen Banu yine de sesini çıkartmadı...
"Sesi sen de duydun mu kardeşim? Sanki doğudan geliyordu." Elif yerinden zıplayıp kalktığında Dilara karpuzunu oynatmamıştı bile. "Duydum Elif. Ne yapmamızı önerirsin?"
-Gidip bir o tarafa bakalım derim. Anneme haber veririz hem. Dilara kafasını sallayıp ayağa kalkınca iki kardeş doğuya doğru seri bir şekilde ilerlemeye başladılar. Sık ve yüksek büyülü ağaçları geçtikten sonra tanıdık düzlükte doğuya doğru biraz daha ilerlediler. Ne var ki keskin elf gözleri bile onlara pek yardımcı olamadı zira görünürde pek bir şey olduğu söylenemezdi. Ancak daha önce de işittikleri garip gürültünün gittikçe artarak onlara yaklaştığını ikisi de hissediyorlardı.
Elif ani bir refleks ile arkasına döndüğünde daha az önce geçtikleri ağaçlıktan hızla onlara ilerleyen çirkin orklar ile karşılaşması bir olmuştu.
yaklaşık yirmi tanesini birlikte kolayca elden geçirdikten sonra öldüğüne emin oldukları bir odun parçasını ateş yakmak için taşımaya başladılar. Ancak bir anda ağaç canlanmasın mı! ikisi de korkuyla bir metre öteye sıçradılar. Ağaç öfke ile onlara yaklaştı. Ne Elif ne de Dilara geriye kaçmaya cesaret edebilmişlerdi. Sonra bir anda ağacın yüzü yumuşadı ve derin bir oh çekti.
-Sizler elflersiniz. Uzaktan sizi ork zannettim. Oysa hiç de benzemiyorsunuz ama neyse. Bana zarar vereceğinizi zannettiğim için hemen saldırıya geçtim. Affedin beni dostlarım. Kendimden bahsetmedim sizlere. Ben ünlü ent beyi changbin. Ancak siz bana kısaca anbin diyebilirsiniz.
Elfler duydukları ile derin bir oh çektiler. Aynı zamanda neredeyse kadim dostları entlerden birini yakacak olmuş olmalarından derin bir keder duydular.
-Biz de Lorien elflerinden Galadriel in kızları Dilara ve Elif iz. sizi rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın efendim. Dilara bu sözleri karşısındakine ona bu şekilde davrandıkları için azap duyduklarını haykırırcasına söylemişti. Öyle ki ent bile sebepsizce üzülmüştü.
-Üzülmeyin aziz dostlarım. Zaten anneniz Galadriel hanım ı da çok yakından tanırım. Sahi ya onu görmeyeli uzun zaman oldu. Neler yapıyor şimdilerde? Ent changbin in gözleri parlamıştı.
Elif tatlıca gülümseyip ekledi. "Eminim ki sizi misafir etmek onu oldukça mutlu edecektir. Buyurun önden!" Ent bir kahkaha attı. "Hayhay efendim. Bana yolu gösterin!"...
Kısa bir yolculuğun sonunda hiçbir şey beklenen gibi olmamıştı. Normalde daha metrelerce öteden duyulan müzik sesi şimdi şehrin merkezinde bile yoktu. En garibi ise şimdiye kadar tek bir kişi ile bile karşılaşmamış olmalarıydı. Şehirdeki herkesin kayıp olduğunu anlamaları ise pek de uzun sürmedi....
.
.
.
Numenor un devasa taht odasında yarım saattir bir karmaşadır alıp götürüyordu. Kral Jungkook tahtına yayılmış, her zamanki siyah giysilerinin içinde, tufanın tam ortasındaydı. Sesler çabucak dikkatlerini çektiğinde belki bir iki dedikodu duyarız diye sessizce taht odasındaki devasa sütunlardan birinin kenarına sinen Zeynep ve Banu ise henüz ne olduğunu anlayamamışlardı. Sonunda ortada dağınık duran kalabalık kralın tahtının iki yanına düzgün sıra halinde dizilip Kralı selamladılar. Dışarıda delicesine kopan fırtınanın sesi sarayın tüm koridorlarında ve devasa taht odasında delicesine yankılanıyor, düşen her bir yıldırım, kopan her bir gök gürültüsü Zeynep in içinde bir korku uyandırıyordu. Her şey, tıpkı o günkü gibiydi...
Sonunda askerlerin oluşturduğu geçitten sırılsıklam mavi pelerini ve bir büyücünün kafasında olduğunu çığlık çığlığa bağıran büyücü şapkası ile büyücü kralın önünde eğildi.
-Büyücü fatih yine ne haberler getirdin bize? Hem şu bahsettiğin öbür büyücüye ne oldu, o nerde?
fatih uzun bıyıklarının altından güldü.
-Efendim en azından biraz olsun soluklanmama vakit verseydiniz. İşte sözümü tuttum.
Büyücü birkaç adım kenara çekilip eliyle devasa kapıyı gösterdi. Tam o anda kapıdan yükselen şimşeklerle birlikte içeriye gizemli biri girdi. Hem tüm saray ahalisi şaşırmıştı, hem de içlerini büyük bir korku kaplamıştı. Fatih, gizemli büyücüyü tok ve yüksek bir sesle krala ve halka tanıttı;
-İşte bu karşınızdaki benim gibi bin yılda bir gelen büyük büyücülerden Berna nur. Ancak siz ona kısaca Berna diyebilirsiniz. Ben sizden bıktığım için gidiyorum hadi adios baylar.
Fatih bir anda ortadan kaybolduğunda herkes şoka girmiş ve sarayın geniş avlusunda fısıltılar yükselmeye başladı. Tahtın karşısında patırdayan ışıklar ile Fatih yeniden ortaya çıktı.
-Tamam millet korkmayın. Sadece şakaydı. Şimdi beni dikkatlice dinleyin. Hiç var olmaması gereken karanlık yeniden yükselmeye başladı. Bunun için lanetli topraklara doğru uzun ve çetin bir yolculuğa çıkmamız gerekli. Sebebi ziyaretimiz de bununla alakalı. Siz Numenor lu, kudretli insanların yardımına ihtiyacımız var. Kralım sizin yardımınıza ve iyi niyetinize ihtiyacımız var. Güçlü savaşçılarınızdan bize bir iki tanesini bağışlayamaz mısınız?
Büyücünün sözünün bitmesi ile Jungkook tahtında dikleşip siyah gözlerini büyücünün görmüş, geçirmiş gözbebeklerine baktı ardından bakışlarını halkında gezdirdi. Kahkaha atmaya başlaması ile Fatih öfkeyle homurdandı. "Sizden yardım isteyende kabahat. Bıçak kemiğe dayanmadan aklınızı başınıza devşirin."
Kral öfkeyle yerinden fırladığına tüm halk irkilmişti. Ardından herkesin yüzünün aydınlanmasına sebep olacak o suret ortaya çıktı: kralın güzel kızı Zeynep...