Banu yüksek sesle: "bu ne alaka şimdi ya!" Dedi. Sesli harfleri uzatırken bir yandan da ufak bir durum değerlendirmesi yapıyordu. Harika bir kolcu ve savaşçı olmasına rağmen soylu veyahut zengin bir aileden değildi. Neden bir efendi onu arayasındı ki?
Aynı zamanda bu adamın ve efendisinin de kimler oldukları da büyük bir önem arz ediyordu. Sonuç olarak bu "efendinin" onu ne için arıyordu olduğu da sonraki hamlesini belirlemesi için önemliydi. Karşısındaki adam gözlerini Banu ya dikmiş umut dolu bakışlarını ona sabitlerken bir ok genç adamın kafasının hemen yanından fırlayıp mermer duvardan sekti.
Banu silkinip okun geldiği yöne bakınca Dilara nın yayını indirdiğini gördüm . Dilara: "dikkat et Banu o bir biçim değiştirici! Karanlıkların lordu erkan onu seni yakalamak için göndermiş. Banu şaşkınlıkla Dilaraya bakarken şekil değiştirici bir anda gerçek kılığına büründü. Tam banu ya saldıracakken banu koca kılıcını kaldırıp yaratığı iki parçaya ayırdı. Banu Dilara ya dönüp gülümsedi: "Yardımınız için teşekkürler. Bu iyiliğin karşılığını nasıl verebilirim?" Dilara kafasını iki yana salladı: "Özel bir dileğim yok sizlerden ancak zor bir anımda siz de beni kurtarırsanız bu çok naif bir davranış olur. Ününüz bizim uzaklardaki ormanlarımıza kadar yayıldı sizinle birlikte bir yolculuğa çıkıyor olmak ben ve kardeşim için çok zevk verici."
Banu düşünmeye başladı. Orman. Karşısındaki kişi bir elfti ve ormanlardan geliyordu. Tüm ormanlara hakim olan tek bir elf kraliçesi vardı. Ancak bu kız o olamazdı. Bütün latifliğine rağmen tedirgin edici bir şeyler de vardı, garip bir kızdı."
-Eee sen beni tanıyor gibisin. Senin adın ne?
-Ben mi? he Dilara ben. Tanıştığımıza memnun oldum.
Dilara ile banu sohbet ederek büyük avluya geri döndüler. O sırada herkes onları arıyordu. berna asasıyla Banunun kafasına hafifçe vurup onu azarlamaya başladı. Bu sırada da ekibin geri kalanı tanıştılar. Kısaca özetlemek gerekirse ekibimiz bir hobbit, iki elf, iki insan ve 2 (opsiyonel) büyücüden oluşuyordu. Ayrık vadide bir gün iki gece kaldıktan sonra ekip yola koyuldu. Banu yürürken görevlerinin aslında ne olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordu. Onlara tehlikenin yaklaştığını, karanlığın yayıldığını söylemişti büyücü. Oysa şimdiye kadar ilerledikleri hiçbir yerde bir sorun görmemişti. Kuşu biraz havalanıp omuzuna geri kondu banunun. Banu kendi kendine kuşa ne ad koyabileceğini bulmaya çalışıyordu. Önceki adını şimdiden unutmuştu bile. buldum diye geçirdi. Cholat olsun. Kuş havda pikeler yaparak takla atınca banu ona bakıp gülümsedi.
Güneşin son ışıkları da ufukta hüzmeler halinde hiçlere karışınca ekip kamp kurmaya karar verdiler. Bunun için güvenli bir bölge buldular. Fatih herkese tek tek görevlerini dağıttı. Dilara görev almayınca Zeynep in biraz siniri bozulmuştu ama belli etmedi. Herkes uzaklaşınca Fatih ve Dilara konuşmaya başladılar. Zeynep dayanamayıp çadırların kenarına saklandı, onları buradan rahatlıkla duyabiliyordu.
Dilara;
-Evet fatih efendi tahminlerimiz doğru çıktı. Cidden oymuş.
Fatih umutsuzca başını iki yana salladı "Bu zor, cidden zor. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun dilara. Bıyıko onun peşini bırakmayacak."
-evet maalesef ki öyle. Ne var ki bu saatten sonra onu korumak bizim görevimiz. Ben burada olduğum sürece ne Banu ya ne de prensese bir şey olmayacak. Merak etmeyin.
-Sana bu konuda güveniyorum Dilara. Ancak ingilizcen shit gibi.
-Hocam bunu söylemeseniz iyiydi ya... Zeynep in ayağı bir odun parçasına takıldığında prenses havaya fırladı. Ancak o tam düşecekken bir çift elin beline dolandığını hissetti. Tam gelecekteki kocasını nulduğu için sevineceği anda gözlerini açtı ve acı gerçeklik ortaya çıktı. Bu sadece Dilara idi. Zeynep neredeyse onu kurtardığı için Dilara yı dövecekti ancak side eye atmakla yetindi. Dilara gözlerini devirip kamp ateşine doğru gidip oturdu. Büyücünün tok sesi ile Zeynep silkindi; "Zeynep sende gel. Prenses adam soğukta gezerse hasta olur."
Zeynep kendini örtünün üzerine attı. Ateşin parlak alevleri rüzgar ile al al salınıyor arada harlanan alevlerin ısısı oradan oraya adeta dans ediyordu. Fatih "Başından beri orada olduğunu biliyordum. Eğer karanlık tepelere gitmek istiyorsan saklanma becerilerini geliştirmelisin, ihtiyacın olacak." Zeynep bıkkınca kafasını salladı. insanların ona yapmayacağını bildikleri tavsiyeler vermeleri garibinr gidiyordu. Zeynep: "şu karanlık lord, Erkan mıdır nedir o neden Banu yu arıyor?" Ortalık sessizleşmişti öyle ki zeynep bir an için küfür falan mı etmiş olduğunu sorguladı. En sonunda dilara söze başlayan taraf oldu: "Banu özel bir soydan geliyor. Erkan her ne kadar çok güçlü olsa da sonuçta onun gücünün de bir sonu var. Banudaki kan ise kutsal balık özütü ile karıştırıp sıvıyı bir gece dolunayın altında bekleterek elde edilen iksirden yasaklı mauna loa dağında üç miligram içersen daha önce hiç sahip olunmamış ve başka şekilde de elde edilemeyecek bir güce sahip olursun. İşte erkan bu yüzden Banunun peşinde."
Gözlerini korku ile açtı zeynep. Karanlık erkanın lanetli kılıcının ününü çok işitmiştim. O kılıç ile oluşturulan en ufak kesik bile insanı haftalarca süründürür, sıtma nöbetleri geçirttirirdi. Banu yu o heriften mutlaka ama mutlaka korumanın bir yolunu bulmalıydı zeynep yoksa bu ne banu ne de orta dünya için pek iyi olmayacaktı. Şimdiye kadar banu onu hep korumuştu. Şimdi banu zor durumdayken o da banuyu korumalıydı. Bunun için büyücünün dediğine uymak üzerine karar kıldı.
Biraz sonra ekibimiz kamp alanına yavaşça doluşurken bir kenara oturmuş kitap okuyan elife yanaştı zeynep. Banu hala gelmemişti. Elif kafasını zeynepin rüzgarını hissedince kafasını kitabından kaldırıp gülümseyerek zeynep e baktı: "Bir isteğiniz mi var prensesim, nasıl yardımcı olabilirim sizlere?" Zeynep de otomatik olarak gülümsedi, Elflerdeki latiflik ve zarafet hep çok hoşuna gidiyordu. "Elif bana nasıl savaşılacağını öğretir misin?" elif kafasını onaylarcasına sallayıp bir defa daha gülümsedi: "Bu çok eğlenceli olacak" Elif elini zeynebe uzattı ve ondan destek alarak ayağa kalktı: "ders 1: sabır."
Banu nun görevi biraz kozalak ve odun toplamaktı ancak bu devasa ağaçların birini bile kesmek günler sürerdi. Ağaçların dalları ise ulaşamayacağı kadar yüksekteydi bundan ötürü ağaçlardan birine tırmanmaktan başka bir şansı yoktu. Ormanın iyice derinine geldiğinde bulabildiği diğerlerine göre en alçak olan ağacı seçip dikkatlice ona tırmanmaya başladı. Tam dallardan birine yetişecekken elinin altındaki sert tahtanın yavaşça yumuşayıp biçimsizleştiğini fark etti. Bu bir ağaç değildi!