1

36 5 34
                                    


Önceden belirlenmiş bir düzenin içine hapsolmuş, durmadan sona doğru koşuyorduk. Her gün aynı rutini tekrarlıyor, önümüze konulan tabakla yetiniyorduk. Yaşamak için çalışıyor, çalışırken yaşamayı unutuyorduk.

Şayet kader diye bir şey varsa, sahnede insanları güldüren bir kukladan farkım yoktu. İplerim görünmez ellerde, her adımım önceden hesaplanmış, bana verilen rolü oynuyordum. Bir gün gelecek, sonunda benim sahnem bitecek, seyircilerden bir alkış kopacaktı. Beni seven herkes, rolümün bitişine ağlayacak, ve ben sahneyi benden sonrakilere bırakacaktım.

Bu düzenin içinde artık koşmak istemiyordum. Durmak, sadece biraz düşünmek istiyordum. Gözlerimi kapattığımda, tek tek anılarım zihnimde dolanmaya başladı. Yazı yazmayı bilmeyen ben, ilk defa elimde tuttuğum rüzgar gülüne T yazıyordum. Babamla uçurtma uçuruyorduk. Annem resim sergisine, benim çizdiğim resmi de koymuştu. Pastama bir mum dikilmiş, bende dileğimi tutup muma üfleyerek diliyordum. Sonra her şey baştan başlıyordu. Annemle babamı Türkiye'de bırakıp İtalya'ya geliyordum. Yabancılık fazlalık yük... Bütün kötü duyguları yaşarken, yeni arkadaşlar edindim. Tam her şeyi atlattım, buraya alıştım derken, beni bu çukurdan çıkartan insanı bir çukura gömüyordum. Üstelik boynuna bir ip dolamış, bir veda bile etmeden kendini boşluğa bırakmıştı.

Şimdi ben de boşluğa doğru savruluyordum. Korkuyla gözlerimi açtığımda, arabanın direksiyon hakimiyetini kaybettiğimi fark ettim. Karşımda bir uçurum vardı, ve ben hızla o yöne ilerliyordum. Frene basmaya vaktim bile olmadan, şiddetle yol kenarındaki barikatı kırarak şarampole yuvarlanmaya başladım. Bir, iki, üç, dört, beş... Tam beş takla attığımda araba bir ağaca çarparak durdu. Boynumda felaket bir ağrı başladı. Camlar her yere dağılırken, koluma saplananları görebiliyordum. Gözlerimin üstünü kaplayan sıcak kan, kirpiklerimden kayarak çeneme doğru süzüldü. Daha kötüsü, kaburgamda hissettiğim keskin acıydı. Nefes almamı zorlaştırıyor, canımı fazlasıyla yakıyordu. Bu durumda hareket etmem mümkün değildi. Açılan hava yastığı şu an faydadan çok zarar veriyordu. Zaten nefes alamıyordum, bir de onun baskısı iyice bunaltıyordu.

Karanlık havada tek başıma bir ağaca tutunmuş, beklerken ölüme en yakın hissettiğim anlardan birindeydim. Etrafta sadece yaprak hışırtıları ve baykuş sesi geliyordu. Vücudum titrerken, bilincim yavaş yavaş kapanıyordu. Gözümden bir damla yaş süzüldü.

Ölüyorum. Daha yapmam gerekenler vardı. Teşekkür etmek, son kez sarılmak istediğim insanlar. Henüz keşfetmediğim yollar, tatmadığım sevinçler vardı. Kalbim bir yandan hızla atarken, diğer yandan yerinde sayıyor gibi. Öyle bir noktadayım ki, hem ölüme bu kadar yakın, hem de hayatta olduğumu en çok hissettiğim andayım.

Zaman ağır aksak ilerliyor, ama ben her saniyeyi, her anı kucaklamak istiyorum. Ölüm yanı başımda, ama ben yaşamayı seçiyorum. Son bir kez daha nefes almak, son bir kez daha gözlerimi açmak, son bir kez daha yaşamak istiyorum.

Gözkapaklarım kapanırken, bedenim koltuğa iyice sinmiş durumdaydı. Bağıramıyor, yardım çağıramıyordum. Soğuk hava bedenimi sarmalarken, baykuş ötmeye devam ediyordu. Her yer karanlıktı. Artık hiçbir şeye gücümün kalmadığını hissettiğimde, kesik bir nefes döküldü dudaklarımdan.

Öyle ki, yaşamın sonuna yaklaştığımı hissettiğimde, geçmişin peşimi bırakmayan pişmanlıkları birer birer önümde belirdi. Meğer kendimi tanımak için ne çok fırsat kaçırmışım. Hayatım boyunca hep bir şeylerin peşinde koştum, hep bir şeyleri erteledim. Ama hiç kendime dönüp, "Sen kimsin?" diye sormadım.

En sevdiğim renk neydi, en sevdiğim şarkı neydi? Bunları bile bilmiyordum. Kendi iç sesimi susturup, dış dünyanın gürültüsüne kulak vermişim hep. Kulaklıklarımı takıp, şarkıların arkasına saklanmışım. Kendi içimdeki sessizliği dinlemeye cesaret edememişim. Yeni fark ediyordum. En büyük kayıp, kendini tanımadan yaşamış olmakmış. İçimdeki sessizliği dinlemediğim her an, aslında hayattan çaldığım bir anmış.

Ait olmadığım yerlerde duruyordum hâla. 15 senedir yaşadığım o ev bile yabancıydı bana, bazen sokağı karıştırıyordum. Aslında çok seviyordum buraları. Ama bir gariplik vardı. Yıllarca yaşadığım o evde bile misafir gibi hissediyordum.

Mesela, herkesin yemek masasında neşeyle konuştuğu bir anda, ikinci tabağı istemeye utanırsın. Çünkü fazladan yemek istemek, sanki onların gözünde açgözlülük gibi görünür diye korkarsın.

Mutfakta bir bardak süt içmek istersin ama ses yaparda birini uyandırırsan, kendini suçlu hissedersin.

Aile üyeleri televizyonda bir program izlerken, uzaktan bakar ve katılmak istersin ama kanal değiştirmek istemezsin. Çünkü senin zevklerinin onları sıkacağını düşünürsün.

Evde hasta olduğunda bile o gıcırdayan yatağından kalkmazsın, çünkü biri sana bakmak zorunda kalırsa kendini büyük bir yük gibi hissedersin. Öyle ki sürekli gıcırdayan yatak yüzünden hareketsiz uyumayı bile öğrenmişsindir.

Yeni bir kıyafet ihtiyacın olduğunda, dolabındaki eski giysileri giymeye devam edersin. Çünkü ailenin bütçesine yük olmak istemezsin, oysa içten içe yenilere ihtiyaç duyarsın. Birden fikirler belirir kafanda. Kullanılmayan o dikiş makinesini alırsın yanına ve dikmeye başlarsın harçlıklarından kumaş alır daha uyguna kendin dikersin.

Sonra kütüphanede ders çalışıyorum bahanesiyle bir cafeye işe girersin. Gizlersin onlardan sanki verdikleri harçlık yetmiyormuş gibi düşünmelerini istemediğin için. Gizli gizli çalışırsın. Orada da rahat duramaz müşterilerin bardaklarına portrelerini çizersin. Ve birden kafe, sanat meraklılarının ve turistlerin uğrak yeri haline gelir.

Ailemi seviyorum. Onlar hiçbir zaman bana böyle hissettirmek istemediklerini de biliyorum. Çoğu zaman benim gözümün içine bakarlardı, bir şey istese de alsak diye ama ben istemeyi bırak, onlardan gelen hediyeyi bile kabul ederken kötü hissediyordum.

Buraya ilk geldiğimde yatağımda ağlarken, gece saatlerce başımda bekleyen, her gün farklı bir kostümle beni eğlendirmeye çalışan, uyumam için gizlice yatağıma oyuncağını bırakan, her konuda yanımda duran bir ailem vardı. Onlar benim her şeyimdi.

Ama zamanla içimdeki bağımsız olma isteğini fark ettim. Sanki bu ev beni kendine esir ediyordu. Ben burada durdukça, benliğimi baskılıyor gibiydim. Yapabileceğim bir sürü şey var ama ben çoğu zaman bunlardan vazgeçiyordum.

İnsan, hatalarıyla büyür, hatalarıyla olgunlaşır. Bu yaşıma kadar hep hata yapmaktan kaçındım, ailemi utandırmamak için. Kendimi sınamak, sınırlarımı görmek, yanlışlarımın içinden doğrularımı çıkarmak istiyordum. Bu arzunun içimde büyüdüğünü hissettikçe, bulunduğum yerin bana dar geldiğini anladım. Bu evin güvenli duvarları arasında, kendi doğrularımı ve yanlışlarımı bulmak için yeterli alan yoktu.

Eğer bir şansım daha olsaydı, her anın tadını daha çok çıkarır, içimden geleni daha cesurca yapardım. Bunları yapabilmek için buradan gitmem gerekiyorsa giderdim. Artık ait hissetmediğim yerlerde durmak yerine, önce kendimi tanımak isterdim. Bundan sonra, hayatın müziğine kulak vermek yerine, içimdeki sessizliği dinlemeyi seçerdim. Çünkü en güzel melodiler, insanın kalbinde saklıdır. Ve belki de en iyi hikayeler, insanın kendini dinlediği o sessiz anlarda yazılır...

29.06.2024

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 30 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BAŞKA YER BAŞKA ZAMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin