Kavuşma

14 5 3
                                    

   Canlı, keskin şeritler halinde yumuşak zemini kaplayan çimenlere adımını ilk attığı anda, rüzgarı yüzünün sağ tarafında, kulağını hafif bir uğultuyla okşarken hissetti. Beklediği o işaretin geldiğini bu sayede anlamış oldu. Bu kadar ani ve vahşi bir işareti beklememenin verdiği şaşkınlık, titremeye başlayan vücudundan okunuyordu. Dudaklarını aralayıp ciğerlerinde biriktirdiği nefesi salıverdi. Omuzları düştü. Kırmızıya dönmüş göz akını yaşlar kapladı.     

     Ne kadar aşağılıkça, bir o kadar da komik bir durumdu. Kavuşmada bile ne gözyaşı ne hissiyat olmayacağına dair yemin etmişti, şimdi ise vaktin geldiğine dair bir haber bile onu anında ezip geçmişti. Yeminlerini tutamıyor insan... Neden yemin ediyor o zaman?

     Gökyüzü dağılmış bulutlarla kaplı, ufak bir silüetten ibaret. Güneş her yere ışığını yaymış. Görüş alanında tepecikler var. Birkaç adımla erişilebilecek tepecikler... Bazılarının üzerinde katı, buruş buruş, kahverengi bir dokuya sahip; ince, geniş enlerde; kısa, uzun boylarda; kimisi kuru, kimisi çimenlerin yeşilinde bir tonda yapraklara sahip ağaçlar duruyor. Ağaçların çevresinde, gökyüzünde veya zemin yüzeyinde hiçbir canlı yok. Ne de kusursuz bir yerdi... Saf karanlıktan ve derin soğukluktan yaratılan harikulade bir yer... Daha önce burada olmuştu. Ama şimdi kokusu hiç eskiyi andırmıyordu. Tamamen değişmiş, boğukluk, yerini rüzgara bırakmıştı.      

     Manzaranın görüntüsünde hafifçe gözlerini gezdirdi. Soldan sağa. Bir tepecik, üstü bomboş. Diğer bir tepecik, üzerinde yeni çıkmaya başlamış gibi görünen ufak ağaçlar var. Sonra boş, yeşil zemin. Sonra bir tepecik daha. Sonra yine boş yeşil zemin... Ve diğerlerinden farklı bir tepecik. Bu tepenin üzerindeki ağaç en büyüğü... Gölgesi bile diğer tepelerden birisini yutabilecek kadar geniş... Rüzgar onu daha çok etkiliyor olsa gerekiyordu ki dalları sallanıyordu. Ama yıkılmıyordu. Tepeye bağlı kökleri kusursuzdu anlaşılan.

     O tepeye gitmesi gerektiğini biliyordu. Adım atmaya çalıştı, ama kılını bile kıpırdatamadı. Biliyordu nedenini. Burada olmak iyi geliyordu ona. Tek adım atmanın manası yoktu. Burada kalıp bir tepecik veya ağaç olmak, diğerlerine katılmak yeterliydi. Ve her şeyin sonu olurdu...      

     Gözlerini ağaçtan ayırmazken, ağaç birkaç kez daha hışırdadı. Görüşünü daha netleştirebilmek için gözlerini kıstığında, ağacın kenarında bir karartı olduğunu fark etti. Ağacın bir parçasıymış gibi, kusursuzca kamufle olmuştu. Dikkatsizce bakıldığında fark edilmesi imkansızdı.

     Gölge gitgide, sanki fark edilmiş gibi, ağacın kenarından genişledi. Ve sonunda kendisinin yerini daha aydınlık bir silüete bıraktı. Bu silüet hemen ağacın yanında duruyordu. Bedeni uzun ve ince, omuzları geniş ve kalındı... Ama bunlar dışında hiçbir detay seçilemiyordu.      

     ''Merhaba.'' dedi silüet, gür bir sesle.

     ''Merhaba...'' dedi o da, silüete karşılık olarak.


TÜM HAKLARI SAKLIDIR .

KavuşmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin