heeseung's pov
"seni uzun süredir izliyorum heeseung lee. sürekli bir yerlere kaybolman hiç hoşuma gitmiyor. geceleri eve gelmeyip hangi köşede sürttüğünü bilmiyorum, kartındaki milyonlarca doların nereye gittiğini bilmiyorum, altındaki arabaları nerede sakladığını bilmiyorum"
babamla uzun süredir yüz yüze gelmekten kaçınıyordum ama şimdi beni gerçekten kapana kıstırmış gibi duruyordu. söyledikleri ile içimdeki gülme isteğini bastırmaya çalışıyordum, elbette biliyordu. ondan hiçbir şey saklayamazdınız. tilki gibi kurnazdı ve yaşına rağmen zehir gibi bir zekası vardı.
o konuşurken her zamanki gibi yüzüne bakmıyor ve gevşek görünmemeye çalışıyordum. yine de sözlerini bitiremediğini farkettim, kafamı kaldırdığımda yüzünde sinsi bir sırıtış belirdi ve tahmin ettiğim sözcükler dudaklarından döküldü.
".. mu sanıyorsun?"
bir kaç adım atıp yanıma geldi ve çenemi kavrayıp gözlerine bakmam için yukarı kaldırdı. tamamen boş baktım ona, ne pişmanlık vardı gözlerimde ne de üzüntü. sinirlerimi harekete geçiren o ses tonuyla konuştu
"eğer seni o şirketin başına geçirmemi istemiyorsan söyle ve işini daha düzgün yapacak bir adam bulayım oğlum."
bundan sıyrılmanın iyi bir yolunu biliyordum, aklıma gelenle dudağımın kenarı hafifçe yukarı kalktı. şimdi ona resmen meydan okuyordum.
"yazık oldu baba. oysa ki beraber yeni açacağın şube için tüm servetini teklif ettiğin o şirketi ikna edebilirdik."
histerik be ürpertici bir kahkaha attı ve beni küçümser bakışlarıyla süzdü.
"eğer bunu yaparsan sana istediğin her şeyi vereceğim"
"adil bir anlaşma"
kapıdan yine o gudubet kadının yüzünde iğrenç bir gülümseme ile girdiğini gördüğümde babamdan uzaklaştım. hızlıca buradan toz olmak istiyordum. kanepenin üzerinden arabamın anahtarını aldım ve çıkışa doğru ilerledim.
"nereye gidiyorsun oğlum? yüzünü gören cennetlik"
tam elimi kapının koluna uzattığımda duyduğum sesle bıkkın bir bir nefes verdim ve tekrar arkama döndüm samimi olduğunu sandığı ifadesine karşılık donuk bakışlarımı ona yönetim.
"işlerim var anne, yoğunum bu aralar"
"sabahlara kadar içip saçıp dağıldıktan sonra şirkete gelmeni takdir ediyorum"
sözüne devam edecekken babamın onu susturmasıyla rahat bir nefes aldım ve onlara iyi akşamlar dileyip binadan çıktım. arabama bindim ve bir süre nerede kafa dağıtacağımı düşündükten sonra şimdilik yalnız kalmamın daha iyi olacağını düşünerek buraya uzak olan dairelerimden birine sürdüm.
eve varınca kapıyı açacakken gördüğüm çocukla bir süre gerçekten onu görüp görmediğimi sorgulamaya başladım, ki oldukça gerçek görünüyordu. aradığım yemin önüme atılmasının sevinci ile ona genişçe gülümseyip eve girdim. bildiğim kadarıyla yan daire boştu ve eğer buraya taşınırsa işim oldukça kolay olacaktı.
park sunghoon, 24 yaşında ve bulunduğumuz zamandaki en iyi, ihtişamlı ve sağlam binaların tasarımcısı. mezun olduktan sonra girdiği şirkette sadece 3 ay çalışarak başa geçti. tamamen bir işkolik ve tek projesine bile binlerce yatırımcı gönüllü oluyor. ve biz de o adamlardan biriyiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of balloons, heehoon
Teen Fiction"bebeğim burası mutlu bir ev, bize katılmak istemez misin? " - uzun yıllar çok çalışıp oldukça lüks bir eve çıkan ünlü mimar, komşusunun günlerce bitmeyen partiler veren bir oğlan olmasını beklemiyordu.