Aile Her Şeydir

112 24 40
                                    


Salih Varto'ya geldiğinde her şeyin kötü olacağını bilse de bu denli ummamıştı. Çukur'da en azından köle gibi kullanmıyordu onu Kasım, dayağını atıyor, arada bir sigarasını aldırıyordu o kadar. Yatacak yatağı, korktuğunda kaçacak yeri vardı. Şimdi kaçsa dedesi onu eve almıyor, bir gün sonra alıyordu. Kapının önünde yatıyordu. Adını bile kullanamıyordu, dedesi ona Sadettin demişti. Mihriban'ın piçi benimle aynı ada sahip olamaz demişti.

Dedesi bir çocuğun yapamayacağı her şeyi yaptırıyor, yapamayınca da dövüyordu. Yaşlı Salih yaşına göre güçlüydü, döverken o bastonunu kullanıyordu ki daha çok acı verebilsin. Çocuğu taşta yatırıyor, ancak o evde değilken ya da kahvede sabahladığında küçük Salih bir battaniyenin içine girip ısınabiliyordu o eski evde. Tabi fark edildiği her seferinde dayağını yiyordu, küçücük kolları yara ve sigara izleri ile doluydu. 

Böyle yaklaşık tam iki yıl geçmişti. Salih yine öylesine dayak yemişti ki, dayanamıyordu artık. Ya benim canımı ya onun canını al diye dua etti. Çocukların dualarının kabul olduğunu bilmiyordu. Ertesi sabah kalkmadı yaşlı Salih, annesi gibi o sonsuz uykuya yatmıştı.

Salih o evde yapayalnız kalmıştı. Tek başına yaşamaya çalışıyordu bir çocuk olarak. Birkaç gün yardım etti komşular, yemek getirdiler. Ama o da kesilince Salih çıktı dışarıya. Pazardan çöpe atılan çürük sebzeleri topladı. Eve geldi, yağ yok, yumurta yok. Annesinden bir tek menemen yapmayı öğrenmişti ve yağsız, yumurtasız, o çürük sebzelerle kendine menemen yaptı. Bir gece çıktı o evden, bir daha dönmemek üzere. Bu şekilde yaşamayacağını biliyordu.

O gece Salih ilk kez öldü, sonra bir daha öldü. Eğer dedesi ölünce böyle olacağını bilseydi öyle dua etmezdi. O gün dua etmekten korktu, kabul olan duasının yükünü yaşadı. Bir daha dua ederken öyle dua edemedi.

Neyden şikayet etse, daha kötüsü başıma gelemez dese başına daha kötüsü geliyordu. Günleri sokaklarda yatarak geçiyordu. İnsanlardan korkar haline gelmişti ve onlardan kaçarken bir mağara bulup orada kalmıştı. Sonra oradan da kaçtı hayatına devam edemeyeceğini anlayınca. Dedesinin onu günü birlik kapıya koyduğu günleri hatırladı, şimdi ise bir çocuk parkında kalıyordu. Parktaki oyun evinin içinde uyurken içeri bir çocuk girdi. Kendisinden küçük görünen bu kız çocuğundan korkmuştu.  İnsanlardan korkar hale gelmişti. Kız ona gülümseyerek baktığında geri çekildi ve kız bu tavrını anlamamıştı. Aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi ve gitti. Bu sefer yanında Salih'ten de büyük bir kız çocuğu vardı. 14-15 yaşlarında gösteriyordu. Küçük olduğu için oyun evine giremeyen ama oyun evinin önünde bekleyen kızıl saçlı, güneş gibi sıcacık bir gülümsemesi olan güzel bir kadında vardı. Küçük kız Salih'e yaklaştı ve ''Ben Asiye, bu da ablam Gülizar. Sen kimsin?'' dedi meraklı bakışlarla.

Salih düşündü, kimse Salih'i istememiş, arayıp sormamıştı. Korkarak cevapladı. ''Ben Sadettin. Vartolu Sadettin.'' Kız gülümsedi ve Sadettin'e kıyasla çekingen değil, daha çok girişkendi. Gülizar Sadettin'e yaklaştı ve elini tuttu. ''Hadi gel.''

Sadettin korksa da cesur bir adım attı. Kalktı ve çıktı. Güneş miydi gözünü alan yoksa kızıllar içindeki kadının gülümsemesi mi? Kadın Sadettin'le aynı boyda olabilmek için eğildi ve çocukla yüz yüze geldi. Gözlerinin içine bakarken o uzun saçları şefkatle okşadı.

''Merhaba Sadettin, ben Suna. Bu güzelliklerin annesiyim.'' 

Çocuğun sessiz kalması ve hayran bakışlarıyla karşılaşan Suna kıkırdadı. Sonra samimiyetle, kırmamaya çalışarak sordu. ''Ailen yok mu Sadettin?''

Çocuğun kılık kıyafetinden, neredeyse bir deri bir kemik hale gelmiş bedeninden anlaşılıyordu. Ya evsizdi ya da ebeveyn bile olamayacak ebeveynleri vardı. Sadettin düşündü, onun ailesi hiçbir zaman olmamıştı. Sadece şu an değil. Üzgün çıkan sesine engel olamayarak ''Yok.'' dedi. Kadın Sadettin'in elini tuttu ve ''İstersen biz senin ailen oluruz.'' dedi. Sadettin şaşırdı. Önce neler olduğunu anlamaya çalıştı. Aile kavramı ona yabancıydı. Gerçek annesi ve dedesi bile onu istememiş, şefkat ve sevgiyle yaklaşan kimse olmamıştı.

''Gerçekten mi?'' Kadın sadece olumlu bir şekilde gülümseyerek cevap verdi. Bir çocuğa aile olmak, hele de hiç tanımadığın bilmediğin birine... Böyle ani kararlar alan biri değildi. Evet zordu daha iki dakikadır tanıdığın birini ailene sokmak ama bu halde gördüğü bu tatlı ve muhtaç çocuğa sırtını çevirip gitmek ve o gece rahat bir şekilde uyumak daha zor gelmişti.

Sadettin'in bundan sonraki yaşamı hayatının en güzel dönemiydi. İlk kez aile sıcaklığını ve sevgisini hissetmişti. Asiye ile hem arkadaş hem kardeş gibi olmuşlardı. Hiç okula gönderilmeyen Sadettin'e okuma yazmayı kendinden iki yaş küçük olan bu tatlı kız öğretmişti. Gülizar ise ablasıydı onun. Onu koruyup kolluyordu. Sadettin hatta bir ara eğer kardeş olmasalardı, ona abla gözüyle bakmasaydı aşık olabileceğini düşünmüştü. Ama öyle bir şey olmamış, o onun son derece ilgili ve yapışkan ablası olarak kalmıştı. Onur ise... En küçükleriydi, daha küçücük çocuktu. Onunla başlarda anlaşamasa da tatlı takışmaları olurdu, birbirlerine ağır sözler edip kırmazlardı. Onur Asiye'ye çok düşkündü ve kıskançlık yüzünden olurdu bu kavgalar zaten. Onur Asiye kendisine değil de Sadettin'e zaman ayırınca kavga ediyordu. Gülizar'a zaman ayırınca da aynı kıskançlık olsa da o kız diye onunla kavga etmiyordu. Ama kıskançlık durumları dışında birbirlerini sevip sayarlardı. Onur Suna'nın eski eşinde kalan çocuğuydu. Ara sıra geliyordu, kızların ara sıra babalarına gitmeleri gibi. Anlaşarak ayrılmışlardı ve araları iyiydi. Sadettin bir kere Suna'ya neden ayrıldıklarını sormuştu. ''Aşk bitti, yollarımızı ayırdık. Ama Yalçın'la aramızda saygı ve sevgi hep kaldı. Onun gibi bir adamı bir daha tanıyabileceğimi sanmıyorum.'' demişti.

Yalçın gerçekten iyi bir adamdı. Sadettin onu hiç görmese de Yalçın Suna'nın ricası üzerine Sadettin'i evlat edinmiş, onu kütüğe aldırmıştı. Sadettin'in kimlikteki adı Sadettin Zeyrek'ti. İlk defa dedesinin ona verdiği bu isimden nefret etmek yerine sevmişti. Kabullenmek değil, sevmek vardı ilk kez. Resmi olarak artık Yalçın ve Suna'nın çocuğuydu. Sadettin anca bir yıl sonra, o da çekinerek ilk kez anne demişti Suna'ya. Suna o gün çok duygulanmış, ağlamış, Sadettin'in gözünün içine bakmıştı. O günden sonra hep anne dedi. Mihriban'ın verdiği kötü hatıraların üzerini Suna sevgisi ve ilgisiyle yeniden yazıyordu sanki. Sadettin anne ne demek ilk kez öğreniyordu. Anne sevgisini, ilgisini, şefkatini ilk kez tadıyordu. Annesi ve kardeşleri vardı artık. Mutluydu...

GÜL BAHÇESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin