sekiz

3.9K 246 7
                                    

Acımasız olmak demek, babam demekti. Ben ondan görmüştüm acımasızlığın nasıl olduğunu. Erkek çocukları babalarını örnek alırlar, belki de ben örnek almak için yanlış kişiyi seçmiştim. Bana öğretilen buydu, ya da hayatta kalmak için gerekli olan şey acımasızlıktı. Acımasız olacaktın ama bir yerde öyle bir merhamet gösterecektin ki şaşıp kalacaktı şeytani yönünü görmeyen insanlar.

Karanlık depoda benden yaşça olan adamın ağlayışları kulağıma babamdan duyduğum bir ninni gibi geliyordu, çocukken bana hiç masal anlatmamıştı çünkü onu ben kafamda masallaştırmıştım.

Ellerimi cebime koymuş, sıkılı dişlerim arasından yerde bana çoluk çocuğunu öne sürerek ağlayan adama bakıyordum.

"Ağam ne olur almayın elimden, çocuğum çocuğum perişan olur." dediğinde gözlerimde ki ifade değişmedi. Çenemin ucu ile Kerem'e işaret verdim. Elinde ki dosyayı eğilip adama uzattı, kalemi eline verince adam perişan bir halde suratıma baktı. Ona halen aynı ifade ile bakıyordum. En sonunda pes etmiş bir şekilde dosyayı imzaladı. Ellerimi cebimden çıkarıp dudağımın kenarında bir şey varmış gibi sildim.

"Eğer bir yere şikayet edersen ya da bir yerden duyarsam... Çocuklarını ve seni.." dediğimde korku ile yüzüme baktı. "Öldürürüm."

Lafımı tamamlar tamamlamaz, yerde duran ve korkuyla bakan adamın yanından büyük ve hızlı adımlarla geçip depodan çıktım. Kerem hemen arkamdan geliyordu. Arabama doğru ilerledim hızlıca. Arabaya bindiğimde Kerem elinde ki dosya ile yanıma oturmuştu bile.

"Adamın bir yere söylemeyeceğinden eminim ama arkasına bir süre adam katacağım." dedi Kerem dosyayı torpidonun üzerine koyarken.

"Gidemez, çocuklarını seviyorsa." dediğimde Kerem kafasını sallıyordu. Bana çocukları gerçekten öldürecek misin diye sormuyordu çünkü emindi bunu yapacağımdan. Ben emin değildim.

Konağa doğru sürdüm arabayı, uzun süredir uyumadan uyumaya uğruyordum eve. Helin'i görmeye dayanamıyordum, çökmüştü. Onu görünce sarılmak yerine, ifadesiz gözlerle bakıyordum. O da bana aynı şekilde bakıyordu.

Konağın önüne geldiğimde arabayı park edip, kapıyı açıp indim. Kapının önünde duran adamlardan biri kafası ile selam verirken açtığı kapıdan içeri girdim. Birkaç saniye sonra bana doğru koşan Rojin, kucağıma atlamıştı. Kucağımda ki güzeller güzeli kıza baktım gülümseyerek.

"Abi hoşgeldin." dedi i ve n harfini uzatıp. Elinde yine ne olduğunu anlayamadığım, kendi kendine yerden bulduğu oyuncağı vardı. Ne kadar oyuncak alınsa da onlarla oynamayıp bir taş veya tahta parçaları ile oynuyordu.

"Hoşbulduk canparem." dedim boynundan öperken.

"Çok, çok özledim seni." dedi yanağımı öperken, abisine hayran olan kızlardan biriydi o da, bir zamanlar Helin'in de olduğu gibi.

"Bende seni çok özledim."

"Hoş gelmişsen Baran'ım." konağın kapısından çıkan boydanlık giyinmiş anam. Rojin'i yanağından öpüp yere bıraktım ve elinden tutup çardağa doğru yürüdüm.

"Hoş bulduk ana." dedim, elimi sıkı sıkı tutmuş kız çocuğunu yönlendirirken.

"Yemeği hazır edin." dedi anam içeri doğru seslenirken. Ardından o da çardağa geldi. Rojin'i kucağıma almış saçını okşuyordum. O ise bana kendi oyuncağını tanıtıyordu. Gülümseyerek onu dinlerken, kafamı kaldırıp hissetmiş gibi gözlerimi onun olduğu pencereye diktim. Pencereden bakıyordu ruhsuz bir şekilde. Dişlerimi sıkarken gülümsemem yavaş yavaş kayboldu.

"Halen konuşmuyor mu ana?" dediğimde anamın da gözü pencereye dikildi.

"Ne yemek yiyor ne de konuşuyor." dedi, sesi ifadesiz çıkıyordu. Ama içinin sıkıldığını biliyordum. Yeniden bakışlarımı kaldırdığımda pencereden çekilmişti.

Sofra kurulduktan sonra mutfağa girip elimi çeşmede yıkadım. Ardından sofraya oturdum, ben gelmeden kimse başlayamazdı yemeğe. Anam da dahil. Elimi kaşığa attığımda Rojin direkt yemeğe saldırdı. Anam ona da bu yaşta saygıyı öğretiyor ve eğitiyordu.

Önümde ki sebzeli yemekten yiyordum. Ağzıma bir ekmek atıp kaşığı ağzıma götürdüm. Telefon sesi duyuldugunda Kerem, elini cebine attı. Ekrana bakıp daha sonra bana bir bakış attı. Gözlerimi kapatıp açınca sofradan kalktı ve kenara doğru gidip telefonu açtı.

Yemeğimi bitirip kalkarken, Kerem halen gelmemişti sofraya. Kalkıp çardağa doğru gittim. Kerem'de biraz sonra yanıma gelip çardağın kenarına oturdu.

"Şehmus aradı abi." diye açıkladı, kafamı sallayınca devam etti.

"Cemal Şahin, bir adamla dışarıda buluşmuş. Şehmus onlara yakın bir yerde oturduğu için net bir şekilde duymuş... Cemal Şahin, Azad Hanoğlu'nun cesedini istiyormuş."

Birkaç saniye afallasam da, ardından şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırıp çenemde ki sakalları kaşıdım. Azad Hanoğlu'nun cesedi. Sesi yeniden kulaklarıma doldu, onu ilk defa o kadar savunmasız görüyordum. Ben babamın korku dolu masallarında dinleyici ve izleyiciydim. Ama o, masalın kahramanıydı.

Küçükken dile getirilmemiş o masalı dinlerken, bir gün benim o masalı anlatacağımı biliyordum. O masalın içinde Azad Hanoğlu uzaktan ne kadar dik dursa da, masalı kendi bildiği ve hissettiği şekilde anlatınca ben o masala Azad'ı dahil etmek istemiyordum. Onun sesinden ninni dinlemek istemiyordum. Nefret, düşmanlık ayrıydı. Ama bir şey vardı onda beni birkaç saniye de olsa insana çeviren. Ne olduğunu bilmiyordum.

"Azad'ın arkasına birkaç adamımızı gönder." dediğimde Kerem anlamayan gözlerle bana baktı.

"Ağam bize ne? İsterse cesedini kurda kuşa yem etsinler."

Dediklerinde haklıydı, o günden öncesinde böyle bir şey olsa muhtemelen şuan keyiften dört köşe olurdum. Ama şimdi istemiyordum. Bunun açıklaması yoktu. Ama istemiyordu içim.

"Kılına zarar gelmeyecek." dedim ona aldırmadan, arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.

BARAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin