01

41 9 42
                                    

Elimdeki içeceği karıştırırken gözlerim etrafı turluyor. Bilmiyorum, ne umuyorlar. Ne görmek istiyorlar...
Başka bir içecek hazırlayan arkadaşımın dediğine hafifçe gülüyorum ses kalabalığına rağmen.
İçimdeki tedirginlik dudaklarımı sarkmaya zorluyor. Neyden korkuyorum peki? Bu kez derin bir nefes alıp ellerime indiriyorum bakışlarımı. Yeniden kaldırdığımda hayatın bana gösterecekleri var...

Anında gözlerim, kabul etmek istemesem de özlediğim gözleriyle buluşuyor.
Yüzüm her ne ifade ise öyle kalıyor, bakmaya devam ediyorum. O da çekmiyor bayık gözlerini. Hafif dağılmış bir hâli var. Yanıma gelmeyeceğini biliyorum ama beni şaşırtıyor. Kaşlarımın havalanması bu sebepten...

Parmakları yakamı kavrıyor, sıkıca tutuyor ama bir şey yapmıyor. Kafamı kaldırıyorum. Anlaşılan bir zamanlar tenine bıraktığım izlerle sarhoş olan güzel sevgilim şimdi o zamanlar dokunmadığı zehirle sarhoş...

Gözlerimin bal rengini severdi. O an en koyusuyla baktım ama. Yüzündeki gülümseyişi bölmemek için söylemezdim benim gözlerim koyu kahve diye. O nasıl isterse öyle sevsindi beni.

Yüzüm sert şeklini korurken yavaşça ayağa kalkıyorum. Yakamı bırakıp beni gôğsümden itiyor. Kalçam hafifçe bar taburesine çarparken odağım sırıtan dudaklarında. Sonra birden sönüveriyor bu sırıtış ve bir yumruk indiriyor hep öptüğü dudağımın kenarına.

Parmaklarım şaşkınlıkla oraya gidiyor ben geri sendelerken. Elime bulaşan kana kaşlarımı çatıyorum ve kafamı kaldırıp sinirle ona bakıyorum. Acıdığı için değil bu sinir. Etraftakiler pek umursamıyor bizi. Herkes kendi hâlinde dağınık. Sadece bar tezgâhındaki Hyunjin anında yanımıza geliyor farkederek. Bir küfür mırıldanıp beni kolumdan tutuyor ama kımıldamıyorum. Bir şey söylemesi için az önce dudağımın kenarında oluşturduğu yaranın sahibine bakıyorum.

Kelimeleri de onun gibi. Sarhoş...
Bir şeyler diyor, bana küfrediyor. Belki hatalıyım, belki değilim. Ama bulunduğumuz noktaya bakıyorum da...ona hâla aşığım.

"Biz hiç sevgili olmadık" diyor. Yani öyle demiyorda, kendi iç sesim bana gerçeği hatırlatırken onun cümlelerini de böyle yorumluyorum. O öyle demezdi. Hiçbir açıklık getirmezdi duygularımıza. Öyle bir noktaya gelirdiniz ki; saf bir gerçeklikten ibaret olsun ister, acısına bile katlanırdınız.

Ama o ne beni reddetti, ne kabul etti, ne de anladı...
Kafamdaki sesler giderek çoğalırken bileklerinden tutup durdurmak istedim. Ama yanlızca bileklerine bakmakla yetindim. Birlikte aldığımız bileklik hâla oradaydı. Benimki de kendi bileğimde.

"Yok olmuyor geçireceğim bitane ağzına!" Yanımdaki Hyunjin bıkmıştı dakikalardır karşı karşıya durup onun laflarını dinlememizden.

"Karışma Hyunjin." Hyunjin ona doğru gittiğinde ifadesizce tek söylediğim bu olmuştu. Karşımdaki oğlan sarhoştu ve sinirinin yerini yavaş yavaş aptallık alıyordu.
Hyunjin kaşlarını çatarak gözlerime baktı.

"İkinizde ruh hastasısınız." dedikten sonra ellerini cebine koyup işine dönmüştü.

Beni bir kez daha göğsümden itti.

"Konuşsana amına koyayım. Cevap ver!"

Küfretmesine güldüm. Ama içimden. Dışımdan gülersem bir yumruk daha yiyebilirdim. Hem zaten gerilmeye pek niyetleri yoktu dudaklarımın.
Ne cevap versem anlamayacak, yarınında unutacaksın diyemedim.
Ben onun derdindeyken onun başkasını benden kıskanması...evet koyuyordu.

"Aramızı yapacakmış hah"

Kendi kendine gülerek arkasını döndü. Kimin olduğu belli olmayan bir bardaktan birkaç yudum içti ve bana yaklaştı.

"Hani ulan! Ben niye sana aşık bir Minho buluyorum niye!?"

"Minho bana aşık değil" dedim dakikalardır tuttuğum sesimi bırakarak.
"Sen çok körsün" dedim bu defa sarhoşluğundan cesaret alarak.

Yine güldü kıkırdayarak. Bu halleri bile ona sarılma içgüdüsüyle dolduruyordu beni. İşaret parmağını göğsüme koydu.

"İyi bir yalancı değilsin"

Bu kez engelleyemedim tebessümümü. Yalancıydım. Hemde iyi bir yalancı. Dibindeki insanı doğruları söyleyemeyerek kaybedecek bir potansiyele sahiptim en azından.

'hoşlandığın biri yok mu' diye sorarken o bana, 'ben sana aşığım' diyemeyecek kadar yalancıydım.
'Garip davranıyorsun' dediğinde 'kıskanıyorum seni herkesten' diyemeyecek kadar yalancıydım.

Bunları söylemediğinizde yalancı değil korkak olurdunuz. Ama o benim içime koyduğum, her şeyimdi. Ben kendime yalancıydım.

"Üzgünüm" diyebildim sessizce. Tabi o neden üzgün olduğumu hiçbir zaman anlayamayacaktı. Zaten yarın uyandığında söylediklerimi bile unutacaktı. Madem unutacak, söyle o zaman sevdiğini? Ben buna rağmen yalancıydım.

'İçinde kocaman bir şehir var' demişti bana birlikte bir savaş filmini izlerken.
Nedenini sormadım o da açıklamadı. Bende kendi kendime içimdeki şehrin üzerinde kanatlarıyla süzülen bir kuş ilan ettim onu. Yine ona söylemedim.

Aslında sinirli değildi. Ya da hiçbir şey umrunda değildi şuanda. Sadece ayıkken biraz üzgündü. Bunun sebebi belki bendim, belki değildim. Kendini şişelere vermişti özgür olmak için. Hayat onu da benim gibi boğuyordu biliyordum.
Yanımızdan geçen bir kızın elindeki tepsiden bir bardak daha alıp kafasına dikti. Uzanarak bardağı aldım elinden. Müzikler yavaşlamaya başlamıştı. Yine de etrafımız kalabalıktı.

"Yeter değil mi?" dedim bardağı hafifçe sallayarak.

"Sen mi karar veriyorsun? Ben en azından korkak değilim!" deyiverdi birden. Yani ben korkak mıydım? Öyleydim elbette ama o da biliyor muydu korkak olduğumu?

Bardağı dudaklarıma götürüp onun kalan içkisini kafama diktim. Yutkunup bana yaklaştı. Nefesim anında titremeye başlarken özlediğim dudaklarına baktım. Onu bir kez daha öpmem kendime saygım yok demekti. Öpmeyecektim. En azından şimdi.

"Neden sarhoşsun" dedim cümleme ismini de ekleyerek. Güldü hafifçe. Başının döndüğünü biliyordum. O kelimelerini toparlayamadan bir soru daha verdim.

"Aşktan mı?" Kaşlarını çattı bir adım daha yaklaşarak. Devam ettim onun umrunda olmayan ama benim canımı yakan cümlelerime.

"Ona çok mu aşıksın ha?"

Diğer adımlarının aksine bu kez sertçe yaklaştı. Bir darbe daha alacağımı düşünürken bile kımıldamadım ve yine beni şaşırtarak başını gôğsüme yasladı. Göz bebeklerim irileşirken yine ağlama isteğiyle dolup taştım. Kendimden iğrenmeme, aşka bir canavarmış gibi bakmama neden oluyordu.

Çünkü ona ne kadar kızarsam kızayım, beni ne kadar kırarsa kırsın bir bakışı, bir isteği, bir dokunuşu ne isterse yaptırabilecek bir güce dönüşüyordu.

Ve ben yavaşlayan müzik, etrafımızda dans eden insanlar ve yanlızca ağır ışıkların aydınlattığı karanlık barda, göğsümde sayıklayan oğlanla yeniden kaybetmiştim kendime olan saygımı.

Müzik ikimizin suskunluğunda arka planda bizi bir film sahnesine taşırken yumdum gözlerimi.

İçinde kanayan onlarca yer var...
İnancın yitik, yüreğin soğuk.
Ben yokken sana, bak neler olmuş;
İçinde şehirler bir bir vurulmuş...

Üst kirpiklerim yanağıma değip usulca bir damla bırakmıştı çeneme doğru. Geri açmadım gözlerimi. Ellerimi ince beline korkar gibi sararak kulağına doğru güçsüzce, içinde birçok duyguyu; güçsüzlüğü, bitmişliği, serzeniş ve aşkı taşıyan bir fısıltı bıraktım.

"Seni seviyorum"



LitostHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin