02

21 4 32
                                    

Bu kısımda olaylar geçmişten anlatılmaya başlanıyor (:

Tüm yorgunluğumla anahtarı parmaklarımı ceplerimde turlatarak bulmaya çalışıyordum. Nihayet içeri girebildiğimde mutfaktan Minho'nun sesi geliyordu. Biriyle tartışıyor gibi.

"Ne oldu?"

"Yok bir şey. Zıvanadan çıkarıyorlar beni"

Daha fazla açıklamadan yukarı çıktığında omuz silkip bir bardak su içtim.
Minho benim kuzenimdi ve çok yakın olmasakta aile faktörü yüzünden üviversite için aynı evdeydik.
Az çok yeni yeni yaptığımız arkadaş gruplarımız vardı. Fakültede çoğunlukla ayrı takıldırdık ama onun arkadaşlarını da tanırdım.

Bir çocuk varmış. Olay tam olarak nedir bilmiyorum ama arkadaşları da sürekli arayıp Minho'ya bir şeyler söylüyorlar. Çocuğun kim olduğunu sorduğumda önemli değil diyip geçiştiriyordu. Bende kurcalamıyordum.

Benimde bir çocuğum vardı. Yani çocuğum derken gönül işlerinden bahsediyorum.
Çok yakın olduğum birisi. Ama uzaktan izleyip dokunamadığınız yıldızlar kadar uzak birisi.

Sınıf hocamızın doğum gününde tanışmıştık onunla lisedeyken. Bizim sınıf hocasıydı ama diğerlerinin dersine giriyor diye yan sınıflardan da katılanlar olmuştu. O gün Minho'yla da kavga etmiştik boktan bir sebep yüzünden. Yani o gün onunla tanışmasaydım şimdi güzel hatırladığım bir gün olmazdı.

Hoş, bir bataklığa sürüklenmeme sebep olan gündü ama...

Yakın arkadaşlar olmaya başlamıştık ve benim aklımın ucunda bile birinden hoşlanmak geçmiyordu. Ya gerçekten dostum olarak severdim birilerini ya da direk umursamazdım. Onda çok farklı hissettiğimi sikik bir okul gösterisinin provalarında anlamıştım.

Şimdi bu kısmı hatırlarken gülümsüyorum tabi.

O yine her zamanki neşesiyle tiyatro ekibini, ben masanın üzerinde elimde replik kağıdıyla otururken güldürüyordu. Gösterideki karakterler ve roller hakkında espriler, canlandırmalar yapıyordu. Bende dahil herkes ona gülerken beni birden elimden tutup yanına çekmişti. İlk defa elimden tutmuyordu ama bazı anlar onlarca kez tekrarlanmış olmasına rağmen bu her ne ise hayatın o noktasında sizin için ayrıcalık kazanabilirdi.

Öyle olmuştu. Ben afallarken o rolü canlandırıp daha fazla kahkaha kazanmak için kollarını belime sarmıştı. Gözlerimin içine bakması da roldendi, ama bana ağır dert olmuştu. O salak hisler tüm vücuduma yayılırken herkes benimde ona eşlik edip gülerek eğlenmemizi bekliyordu. Ama ben o an onun gözlerinde kaybolmuştum. Yine rol gereği esprileriyle ve komik anlatışıyla alnıma bir öpücük kondurmuş, ve gülmeye devam etmişti.

O an herkes çok mutlu olduğundan kimse benim gülmek yerine aval aval ona bakmamı sorgulamadı.
Zaten lüzumu yok, kendi içimde herkesin yerine sayılabilecek derecede birçok şeyi sorgulamıştım.

Sonrası çok garip gelişmişti. Başka kimin arasında bu türden bir ilişki bulunur bilmiyorum. O birileriyle flörtleşir, takılırdı. Ben kıskanırdım ama bir şey demezdim. Sonra arkadaşça tavırlarımızın içine ufak kıvılcımlar eklenmişti. Bir gün konferans salonumuzda okulun yaptığı bir programdan sonra herkes çıkmıştı. Biz koltuklara yayılmış öylece oturuyorduk. Birkaç arkadaşımız da bizleydi. Bir şeyler konuşup gülüşürken onun ellerini saçlarımda, ensemde hatta bacaklarımda hissediyordum.

Bunu çok sık yapmazdı. Haliyle şaşırmıştım ama elbette hoşuma gidiyordu. Sonra arkadaşlarımız bir bir ayrıldı salondan. İşleri vardı. Yorgunca kafamı geriye yaslamışken bakışlarını üzerimde hissettim.

"Ne oldu?"

"Hiç" hiç değildi. Bir tuhaf bakıyordu. Bilmiyorum arkadaşlar arasında böyle bir çekim olmalı mı? Ama sonradan anlayıp şimdi çok iyi bildiğim şey, benden hoşlandığı, bana bir şey hissettiği için değildi bu tavırları. Canı istemişti işte. Öbür türlü açıklamayı ondan duymayı isterdim...

Kalkıp salonun ışıklarını kapattı. Dizini bacağıma koyduğunda daha da şaşırmıştım.

"Bir şarkı aç, kafamızı dinleyelim"  dediğini yaptım. O ne derse yapardım ben zaten. 'Benim İklimim İncitmez Seni'ydi açtığım şarkı. Onun iklimi beni incitirken farkında bile olmamıştım. Sonunda yeşerttiğim her çiçeğin nesli tükenmişti işte.

O da benim gibi kendi koltuğuna oturup kafasını geri yasladı. Şarkı bitene kadar sessizce oturduk. Sonra kafasını bana çevirdi. Baktı öylece, bende çekmedim gözlerimi. Gülümsemesi aşık etmişti beni kendine.

"Sen bir durgunsun şu aralar"

"Yok değilim. Niye olayım"

"Bilemem artık. Birileri aklını falan karıştırıyorsa..."

Birinden hoşlandığımı dışarıya yansıtıyor muydum yani?

"H-hayır kimseden hoşlanmıyorum" Aynen bayağı yansıtmıyorum. Kafasını koltuktan kaldırdı. Işıkların kapalı olmasına rağmen yüzünü hafiften gölgeli de olsa görebiliyordum. İkimiz arasındaki kolluğa parmaklarını geçirip bana doğru döndü.

"Birinden hoşlanıyorsun demedim ki"

Parmağını uzatıp yanağımda hayali bir çizgi çizdiğinde yutkunmadan edemedim.

"Birileri aklını karıştırıyor olabilir dedim"

Başımı önüme eğdim. Gözlerine baktıkça eziyet çekiyordum. Yanağımdan makas aldı.

"Hoş çocuksun" En son yedi yaşındayken komşumuzun benden bilmem kaç yaş büyük kızı saçlarımı karıştırıp sevimli olduğumu söylediğinde kızarmıştım. Neyse ki etraf karanlıktı.

"Hadi yukarı sınıfa gidelim artık" Yanımdan kalkıp çıkışa ilerlerken ben dizlerimi kendime çekip kafamı da dizlerime koydum. Lanet olsun. Bu öylesine bir şey değildi. Bana her yaklaştığında, en basit temasımızda onun bendeki yerini daha iyi anlıyordum ve durumun ciddiyeti beni korkutuyordu.

Çünkü bundan yaklaşık bir ay sonra sarhoşken birlikte geçirdiğimiz geceye rağmen o öyle birisi değildi. Beni kabul etmezdi. Beni benim onu sevdiğim gibi sevmezdi.
Beyaz çarşafta bebek gibi uyuyuşuna, yanımda tüm çıplaklığıyla durduğuna şahit olmuştum. O uyurken bileklerimizdeki bilekliklere bakıyordum.

Bu nasıl gerçekleşmişti ya da ben aklımı kaybetmeden nasıl durabiliyordum bilmiyorum. O resmen gece kollarımdaydı. Gerçi sarhoşluğumuz yüzünden pek bir şey hatırlamıyorum ama boynundaki kızarıklıklar bana bir şeyler kanıtlıyor.
Bunları benim yaptığım gerçeği bana dudak ısırtıyor.

Bundan sonra nasıl ilerleyeceğimizi, ne olacağını düşünmüştüm. Ama o uyandığında nasıl yaptıysa hiçbir şey olmamış gibi davranmaya, bu konuyu açmamaya devam etmişti. Benden uzak durmuyordu ama.
Arkadaşlığımıza sanki her arkadaş aklına estiği bir gün birlikte yatar ve sabahında normal devam eder gibi devam ediyordu.

Arkadaş grubumuzlayken onun için önem taşımayan temasları benim kalbimde ritimlere bürünüyordu. Aklında ne ölçüp tarttığını, ne düşündüğünü hiç anlayamıyordum ama o gün benim için ciddi anlamda cehennemdi.

"Seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum" demişti bana. Bende sanmıştım ki artık bu aramızdaki her neyse konuşup halledecektik. Birbirimize her şeyi iki suskun gibi değilde, iki sevgili gibi anlatacağız.

Saçmalıyormuşum. Bana tek söylediği kuzenimi ona ayarlamamı istediğiydi. Minho'nun bahsettiği çocuk oydu işte.

Hislerimi görmezden mi geldi yoksa onların hiç var olmadığını mı düşündü bunu da bilmiyorum. Ama ben tarifsiz bir acı çekiyordum.

Size onu böyle anlattığım için onun hakkında kötü düşünceleriniz olabilir ama hayatta insanlar birçok şey düşünür, birçok şey yapar. İstediği gibi veya istemediği şekilde. Kırılma noktaları olur, boktan sebepler bunlara eşlik eder, şu bu yönden haklıdır diğeri kendince ve bam. Bir noktada kendinize ve her şeye küfrederken bulursunuz kendinizi.

Ben kendime olan saygımı, mantığımı yitirmiştim.
Ona yine evet demiştim. 'Sen ne saçmalıyorsun ben senden deli gibi hoşlanıyorum' demek yerine 'olur ayarlarım' demiştim. Aptal! Aptal Jeongin.

_____



LitostHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin