04

18 4 33
                                    

Gözleri bizi izlerken buğulanan ve benim hiç sevmediğim o kinli ifadesine bürünürken önümdeki Minho'yu hızla ittirmiştim.
Lanet olsun! Böyle olmamalıydı. O sırtını dönerken ismiyle haykırmıştım ileri atılarak. Peşinden gidecekken Minho bileğimi tutmuştu. Ağlayacaktım neredeyse.

Öyle bir hışımla çekmiştim ki kolumu. Tek seferde sıyrılmıştım. O merdivenlerden inerken arkasından sayıklayarak koşturuyordum.

"Bekle! Dinle beni bi lütfen" Adımlarımı büyütebildiğim kadar büyüttüğümde bileğini yakaladım. Anlaşılan o da benim kadar hışımla çekmişti kolunu. Israr edememiştim.

"Siktir git Jeongin!" İşte bu gözlerimi doldurmaya yeterdi. Ciddi bir şekilde bana ilk kez böyle küfretmişti. Bu kadar önemli miydi Minho? Beni kıskanmamıştı ki. Minho'yu kıskanmıştı.

Dudağımı ısırırken ikimizde birbirimize hayal kırıklığıyla bakıyorduk. Bahçeye ulaştığımızı yeni farketmiştim.

"Sen resmen sinsinin tekisin! Bana neden söylemedin? Kuzenimle biz sıradan kuzenler değiliz demedin Jeongin!"

Kafamı hızlıca iki yana salladım.

"Yemin ederim aramızda bir şey yok-"

"Herif boynunu öpüyordu ulan! Hâla daha yalan mı söyleyeceksin. Beni beğeniyormuş ha!" Dalga geçer gibi güldüğünde tırnaklarımı avcuma batırdım.

"Seni beğeniyormuş seni!"

Sessizce ismini fısıldadığımda bana yaklaşmıştı.

"Bitti. Görmek istemiyorum seni"

O kadar ağır geliyordu ki aramızdakilere bir isim bile vermemişken bir kez olsun bakışlarımdan hislerimi anlayamamışken aslında o kadar da sikinde olmadığını bildiğim salak kuzenim için bana bağırması...
O giderken yanımdaki çöp kutusuna tekme atmıştım. İçeri girip çantamı alacak ve defolup gidecektim. Girişte kollarını bağlayarak daha da sinirlerimi bozan Minho pek yardımcı olmuyordu.

"Jeongin"

"Minho git" dedim alnımı ovarken.

"Noldu şimdi ya?"

"Elinin körü oldu! O nereden çıktı ya? O öpücük nerden çıktı!?"

"Sevin işte kıskanmış seni"

"Beni değil aptal! Seni kıskandı. Sikeyim ya. Hepiniz öküzsünüz"

Sinirlerimi daha da zorlayacak lanet kelimeleri daha fazla dökülmeden hızlıca uzaklaştım ve çantamı aldım.

Sonraki günler ondan haber falan alamamıştım. Mesajlarıma bakmıyordu. Aramalar ise...arayamıyordum. Birlikte geçirdiğimiz bir geceye rağmen sevgili ya da onun gibi bir şey değilsek bile arkadaşlığımızı da hiçe sayıyordu.
Sanki kendisi çok sadık birisiydi de.

Ama ben aptalım ve aşığım ya. Yine onu haklı çıkaran sebepler bulabiliyordum kendimce. Bu durumda ben olsaydım ve bende bizi öyle görseydim kötü düşünürdüm. Ama bu kadar 'Seni görmek istemiyorum' diyecek kadar neden sinirlenmişti.

Ben onu deli gibi severken başkalarıyla konuşmasını içimde fırtınaya veriyordum. Ama o en ufak hatamda benden vazgeçebiliyordu. Ne isterse yapardım, o canı isterse yapardı.
Beni görmek istemiyordu canı.

Ve işte hikayemiz böyle gelmişti bir barın ortasında dans edişimize. Ders falan çalışabildiğim yoktu. Onu göremiyor, konuşamıyorsam kimseyi istemiyordum. Ama bazı günler barda çalışan arkadaşımın ısrarıyla gitmiştim onunla da daha önce bazenleri gittiğimiz bara. Kafamı dağıtacaktım güya. Onunda buraya gelebilme ihtimali içimde yükselip yükselip tezgâhın arkasında bir yandan içecek hazırlarken bir yandan gülerek bir şeyler anlatan Hyunjin'i dinlemiyor ama dinliyormuş gibi yapmama sebep oluyordu.

Tabi bilmiyordum onun çoktan gelip birkaç şişeyi bitirmiş olduğunu.

Han Jisung içimi paramparça ettikten sonra içimdeki şehrin üstünde uçmayı başarabilir miydi?

Ben yine içimdeki şehrin yerle bir oluşuna değil, kanatlarının kırılabileceğinden korkardım. İlk seni seviyorum söylemim bir fısıltıydı. Önemi yok, belki sessiz bir sahilde gözlerinin tam içine bakarken de fısıldardım duygularımı. Ama o sarhoşkendi dudaklarımdan güçlükle firar eden cümlem.

Yine de o göğsümde sayıklarken dünyanın en mutlu adamıydım. Parmaklarım belini sararken, kokusunu tüm o kalabalık içinde bile içime çekebiliyorken mesuttum.
Biz yavaşça sendelerken şarkı sona erdi. İnsanlar dağıldı. Biz öylece kaldık.
Hep de öyle kalmak isterdim. Biliyordum çünkü bu anın bitiminde yine ellerimden kayıp gideceğini.

Vücudu ağırlaşmaya başlarken neredeyse uyumak üzere olduğunu anladım. İkimizi bardan çıkarırken bir bebek gibi savunmasızdı.

Ona gerçek hislerimi anlatmak isterdim. Ama onu tanıyordum. Beni ciddiye bile almazdı.
Keşke diyorum bazen, keşke bu yola hiç girmemiş olsaydık.
En iyi arkadaşı olarak kalsaydım. Onun başkasıyla olabilme ihtimali beni delirtmiyor olsaydı.
Keşke o yanı başımda uyurken onu izlemek yerine uyuyabilseydim.

Keşke dudaklarımı bileğine değdirme isteği oluşmasaydı içimde.
Ama sonra atıyorum bu ürkütücü keşkeleri. Onu sevmemiş olmak ihtimali korkutuyor beni.

Dudaklarını büzmüş uyurken dünyanın en sevimli şeyi. Bileğinden çekiyorum dudaklarımı, bu kez uyanmamasına dikkat ederek saçlarından öpüyorum koklayarak.

Başımı aşağı eğip ikimiz beyaz büyük yatakta uzanırken sesli bir iç çekiyorum. Göğsündeki kafamı kaldırdığımdaysa neye uğradığımı şaşırıyorum onunla gözgöze gelirken.

En çok korktuğum şey oluyor onun gözlerine hiç bakmamış olmak. Daha da kötüsü geliyor ama başıma.
Bana bir yabancı gibi bakmak...

_______

Olmadı ama yarısını önceden yazmıştım sıkıldım sallayıverdim bir şeyler hdjzjz

LitostHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin