Numarayı tuşladıktan sonra telefonu kulağıma götürüyorum. Cızırtılı bir sesin ardından o bildik çeviri sesi geliyor. Tedirgin bir şekilde alt dudağımı dişliyorum.
Cevap vermeyecek.
Tıpkı son üç aydır her aradığımda olduğu gibi...
Elbette bu defa da cevap vermeyecek. Bundan adım gibi emin olduğum halde göğüs kafesimin altındaki küçük kuşun parmaklıklardan kurtulup kurtulamayacağını görmek için umutla başını dışarı uzatmasına engel olamıyorum. Benzer biçimde, bana asırlar gibi gelen bir sürenin sonunda o sakin ve mekanik kadın sesinin hayatta en nefret ettiğim kelimeleri sarf etmesiyle -aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyin- bir kez daha hayal kırıklığına uğramama da...
Sesli mesaj bırakabileceğimi belirten bip sesini duyduktan sonra titrek bir sesle, "Merhaba Deniz," diyorum. "Biliyorum, seni aramam manasız. Mesaj bırakmam da... Ancak önemli bir şey oldu. Şey, aslında bu koca bir yalan. Hiçbir şey olduğu yok. Yine de sana söylemem gereken bir şey var derdim ama bu da yalan olur. Doğrusu, burada epey sıradan bir gün..."
Sanırım en iyisi doğruyu söylemek olacak.
Derin bir nefes alıyorum. "Sadece merhaba demek istedim."
Harika, tam burada bırakmalıyım sanırım ama hayır, benden komut almayı reddeden dudaklarımdan sözcükler birer birer dökülüveriyor.
"Ve b-benim için hala bir anlam ifade ettiğini ve her zaman da edeceğini söylemek... İşte hepsi bu."
İleri mi gittim acaba? Çok mu oldu?
"Şey, bir de..." Şöyle bir duraksıyorum. "Aslında hepsi saçmalık. Söylemek istediğim asıl şey şu: beni bırakıp gittiğin için senden nefret ediyorum ama se-seni sevmekten de vazgeçemiyorum. Bu yüzden de aslında en çok kendimden nefret ediyorum sanırım. Şey, bu da yanlış. Senden birazcık bile nefret edemiyorum. Seni önemsiyorum, her şeyden ve herkesten daha fazla... Evet, bu defa gerçekten de hepsi bu."
Telefonu kapatıp derin bir nefes daha alıyorum. Fakat bu nefes beni rahatlatmaktan fersah fersah uzak. Atmosferde asılı kalan zehir damlacıklarını solumuşum gibi ciğerlerim yanıyor. Sağ ile sol yanım arasında, kalbimin hemen yanında, kafasını dışarı uzatan kuş da buruk bir şekilde kafesinde büzüşüyor.
Sanırım size kalbimin sıkıştığını anlatmaya çalıştığımı fark etmişsinizdir. Bunu sormak zorundayım çünkü düşüncelerimi ve hislerimi asla doğrudan söyleyememek gibi sevimli bir huyum var. Beni tanıyan -eh, şey, en azından iyi tanıyan- herkes bunu bilir ancak bana açık yüreklilikle ilk itiraf eden kişi O'ydu.
Ne zamandı hatırlamıyorum, beşinci randevumuz olabilir belki, beni sinemaya götürmüştü. Film berbattı. Yemek yiyecek yer bulamamıştık ve tam evimin önünde birbirimize veda edecekken aniden yağmur bastırmıştı. Apartman girişinin önünde beni dudaklarımdan öpmüş ve ilk kez 'seni seviyorum' demişti. Doğrudan, öylece, oracıkta...
Kalbimin içindeki minik kuş deli gibi kanat çırpınırken ben de ona şöyle cevap vermiştim: "Hep dalgınım bu günlerde. Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum, bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum. Aklım başıma gelmiyor, başıma çarpmadan dallar, yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum. Nisan'a kaç var diyorum saati sorarken. Hiç böyle olmamıştım."
Gözlerinin önünde aniden kafamda antenler çıkmışçasına bir şaşkınlıkla baktığını görünce, "Metin Vural'ın şiiri. Yıldız Kenter seslendirmişti," diye eklemiştim.
Şaşkınlığının geçmediğini görünce hafiften gerilsem de gülümseyerek devam etmiştim: "Ah, affedersin. Sonunu unutmuşum. Şöyle bitiyor; 'Bilenlere sordum, 'aşk bu' dediler!' Hani bütün bunları aşık olduğu için yapıyormuş yani."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece Merhaba Demek İstedim (Tek Bölümlük)
ContoSesli mesaj bırakabileceğimi belirten bip sesini duyduktan sonra titrek bir sesle, "Merhaba Deniz," diyorum. "Biliyorum, seni aramam manasız. Mesaj bırakmam da... Ancak önemli bir şey oldu. Şey, aslında bu koca bir yalan. Hiçbir şey olduğu yok. Yine...