Part 1 - Başlangıç

34 10 0
                                    

     İstanbul'da gün batımında Türk kahvesi içmek mevsim ne olursa olsun keyiflidir. Sahil kenarında el ele tutuşan çiftler, onların birbirine olan sevgi dolu bakışları... Fakat hiçbir şey Hakan'ın içindeki zamanın yarattığı boşluk kadar derin olamazdı. Hakan'ın koyu mavi gözleri boğazın derin maviliğine bakıyordu. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Gökyüzü son kızıl dalgalarını denize bırakırken Hakan'ın kahvesi dudaklarıyla buluşuyordu. Hakan boğazın havasını iyice içine çektikten sonra kahvesinin son yudumunu aldı ve gri takım elbisesinin iç cebinden siyah güneş gözlüğünü çıkarıp gözüne taktı. Hızlıca ayağa kalktı. Boyu bir seksenin üstünde olan Hakan atletik bir vücuda sahipti. Saçlarının sol tarafına düşen aklar Hakan'ın yüzüne farklı bir hava katıyordu. Dışarıdan bakan bir çift göz onun hatırı sayılır derecede zengin bir iş adamı değil de manken olabileceğini kolayca düşünebilirdi.

Hakan cebinden telefonun çıkarıp şoförünü aradı: "Gelip beni alabilirsin. Eve dönüyoruz." Mert: "Hemen efendim."dedi.

Hakan, Kız Kulesi'nin bulunduğu sahil yolunda henüz birkaç adım ilerlemişti ki açık mavi Sedan bir Maserati önüne doğru yanaştı ve dörtlüleri yakarak durdu. Hakan daha şoförü arabadan inmeden eliyle işaret ederek şoförünün arabadan inmesini istemediğini belli etti. Kapıyı açıp arabasına bindi. Şoförüne: "Eve gidebiliriz." dedi.

Mert hızlanarak sahil yolu üzerinden Beylerbeyi güzergâhına doğru devam etti.

Hakan koyu kahve deri döşemelere işlenmiş olan isminin baş harflerinin yazılı olduğu koltuğa yaslanmıştı ki telefonu çalmaya başladı. Ekranda kayıtlı olmayan bir numara uzun uzun aradı. Telefonun ekranında mavi gözlerinin yansımasını görüyordu ki aynı numaradan mesaj geldi: "Efendim çocuğu buldum. Kuzey Irak'ta bir kampta esir tutuluyor. Emirlerinizi bekliyorum." Hakan mesajı okuduktan sonra mesajın geldiği numarayı aradı: "Neredesin?" Tuğrul: "efendim, Kuzey Irak'ta bir sınır köyündeyim." Hakan: "Çocuğu bulduğuna emin misin?" Tuğrul: "Efendim çocuğu göstermediler. Esir durumda. Söylediklerine göre 2004'ten beri burada tutsak." Hakan sinirlenerek: "Ne demek tutsak? Esir..." Tuğrul: "Efendim burada çocuk hakkında pek fazla konuşulmuyor. Tek söyledikleri onun şeytanın oğlu olduğu ve hiçbir şekilde gün ışığı görmeden ölmesi gerektiğiydi. Hakan: "Peki ne istiyorlar?" "Efendim beş milyon." diye cevap verdi Tuğrul. "Bilgim olmadan hareket etme. En kısa zamanda oraya geliyorum. Yalnız!" diyerek telefonu kapatıp Mert'in omzuna dokunarak: "Mert biraz hızlan." "Hemen efendim ." diyerek hızlanmaya başladı Mert.

Hakan arka koltukta arabasında ilerlerken hava da iyice kararmıştı. Boğazdaki evlerin ışıltısı denize yansıyordu. Kafasındaki düşünceler o kadar yoğundu ki henüz ne yapacağını düşünememişti. Araba, isminin baş harfi ve harfinin içinde küçük bir yaban sembolü olan demir parmaklıklı siyah kapının ortadan ikiye açılmasıyla içeri girdi. Dışarıdan bakıldığında iki katlı, küçük ve sade yeşil olan yalı; kapıdan içeri girildiğinde dört futbol sahası büyüklüğünde bir malikâneye dönüşmüştü. Yalının bahçesi sayısız çam ağaçlarından ve özenle budanmış çalılıkların dolambaç haline getirdiği bir düzenden oluşuyordu. Araba düz bir doğrultuda ilerledikçe ağaçlar ve çalılar arabanın önünden kayarcasına yolu açıyordu. İçinde küçük denizatı olan havuzun yanından geçerek; yeşil mermerden oluşan yedi basamaklı yalının merdivenlerine yanaşarak sonunda geldiler. Hakan kapıyı açarak arabadan indi ve basamakları koşarcasına çıkarak kapının önüne geldi. Özenle oyulmuş iki at başı figürü Hakan'ın kapının önüne gelmesiyle hareketlendi. Hakan kırık beyaz rengindeki mermerden oluşan geniş holde durdu ve telefonunu cebinden çıkarıp asistanı Merve'yi aradı:" Merve en kısa zamanda Sabiha Gökçen Hava Limanı'ndaki enerken uçuşların listesini mail at bana." "Tabii ki Hakan Bey hemen gönderiyorum." dedi Merve.

Dünya'nın Çobanı AliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin