"fondip mi yapacağız şimdi bunu?"
jungkook kesinlikle sarhoş olmuştu.
beş bardak soju içmiştik ve her seferinde, bir önceki sefer sorduğunu unutup tekrar bu soruyu soruyordu. her seferinde fondip yapacağız diyordum ve bardağı doldururken tekrar unutuyordu.
"jungkook ya..."
kıkır kıkır güldüm. onun kadar sarhoş olmasam bile alkolün verdiği etkiyle mayışmış, kendimi tutamaz hale gelmiştim.
kızarık yanakları ve dağılmış saçlarıyla bana baktı dikkatlice. dudağının kenarı kıvrılırken, "ne var ya?" dedi.
sonrasında sanki bir şeyi anlamış, hatırlamış gibi ciddileşerek yüzüme dikti bakışlarını. "melek misin sen?" diye sordu ciddi ciddi. sanki bir şeyleri ölçmek istiyormuş gibi parmak uçları bağdaş kurduğum için kıvrılan dizime değdi. bana doğru yanaştı. yaklaşan bedeninden yayılan sıcaklığı hissettim.
"hayır." dedim. "jimin'im ben."
önce duraksadı ardından dişlerini göstererek güldü. "yalancıya bak. jimin burada olacak," derken odasını gösteriyordu. "ve benimle beraber soju içecek. az salla."
ağzımı açıp konuşacakken ellerini yukarı doğru kaldırıp gözlerini abartılı bir tavırla kırpıştırdığını gördüğümde sustum. onu izlemesi keyifliydi. eğer jungkook varsa karşınızda, kötü şeyler hissetmeniz olanaksızdı. onun mutluluğu güneş gibi üzerinize doğuyordu ve eğer jungkook yanınızdaysa karanlıkta kalmanız imkansızdı.
"baktı jimin'in kendisi gelmiyor suretinde melek göndermiş yüce tanrım!" dedi minnettar bir sesle.
bana yaklaşan bedenine dokunup, "jungkook ya." dedim. sesim biraz sızlanmış gibi çıkmıştı. fakat yüzümde asılı kalan gülümseme ele veriyordu beni. "kendine gelsene!"
önce az önceki uçarı tavırlarının yerini dingin bir yüz ifadesi aldı, ardından dolu dolu gülümseyen gözleriyle, kenarları hafif kıvrık dudaklarıyla baktı bana. iç çekti. yukarı kalkmış dudak kenarlarıma baktığında parmak uçlarını bana doğru uzattı, gülüşümün kenarına dokundu.
"kendimdeyim ki zaten." dedi. az önce gülüşüme dokunduğu parmağı avuç içine alıp sıktı. "sen gülüyorsun diye yapıyorum."
az önce dudağıma dokunduğu parmağını kendi dudağına götürdü ve sanki gülüşümü çalmış da kendi dudaklarına vermiş gibi neşeyle açıldı dudakları. yutkundum. içimde sımsıcak hislerin boğuştuğunu, anlayamadığım birkaç heyecanın göğsüme dayandığını hissettim.
garipti. dünya her an siyah beyazdı sanki ama jungkook güldüğü zaman farklı renkler doluyordu içime. garipti çünkü o ne kadar renkleri öğrenmiş, bilmişse, ben de o kadar cahil kalmış ve siyah beyaz yetişmiştim.
"sence annen sevdi mi beni?"
"benimle kan bağı olan hiçbir insanın," dedi ciddi bir tonda. "seni sevmeme olasılığı yok. sil onu aklından. yok öyle bir şey. dünyada görülmemiş."
"neden ki?" diye sordum alık alık.
"kan çekiyor." dudakları tekrar serseri bir gülüş aldı. "melek seviyoruz biz."
"ciddi cevap versene ya."
jungkook'un annesi; omuzlarına kadar inen lüle lüle saçlarıyla, jungkook'un kime benzediğinin kanıtı olarak kocaman gözleriyle, ufak burnu ve tavşan dişleriyle hayatımda tanıdığım en tatlı kadınlardan bir tanesiydi. beni gördüğü an sımsıkı sarılıp saçlarımdan öpmüş, sonra rahatsız olup olmadığımla alakalı bir sürü yeminler almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
christmas, jikook
Fanficyılbaşını benimle birlikte geçir. texting, düzyazı vei, 2023