1.Bölüm
Bir Masalın Başlangıcı.
Emile Pandolfi: Someday My Prince Will Come.
Bir zamanlar onları tamamen mutlu edecek tek bir şeyden bile yoksun olan bir Kral ve Kraliçe yaşarmış. Kral henüz çok toy, yakışıklı ve zenginmiş. Kraliçenin yüzü güzel olduğu kadar zarif ve kibar bir tabiatı da varmış. Dağların ardında küçük bir ovaya yavaşça yayılan krallık, tüm yaşamını küçük bir gölden sağlarmış. Kral ve Kraliçe, aşk içinde yaptıkları bu evlilikten uzun bir süre pişmanlık duymamışlar ancak ellerindeki tüm bu mal varlıkları bile onları bir konuda teselli etmemiş. Genç Kral babasından bu konuda sürekli azar işitiyor ve küçük düşürülüyormuş. Karısını kötülemek istemeyen yakışıklı genç tüm sorumluluğu üstlenmiş. Bir çocukları olmamasının tüm yükünü kendine çekmiş. Kraliçe üzüntüden kendini kimseye göstermiyormuş. Üzerindeki yorgunluk ve üzüntü duygusu onu hasta etmiş. Genç Kral, ona bunun bir problem olmadığını, krallığı bu şekilde de yürütebileceklerini söylese de güzel Kraliçe zamanla ondan uzaklaşmış. Hizmetliler ve kocası da dâhil olmak üzere kimsenin onu görmesini istememiş. Aklına birçok yol gelmiş ama tüm bunlar halkı şüpheye düşüreceğinden vazgeçmiş. Düşünmek onu git gide daha çok karanlığa çekmiş ve sarı uzun saçlarına aklar düşmüş. Tüm gün karısını düşünmekten işlerine odaklanamayan Kral da ondan farksız değilmiş.
Tüm bu üzüntü karmaşası yaşanan karanlık günler, rastgele bir gezginin su bulma umuduyla köye gelmesi ile son bulmuş. Taşradaki insanlar ona sırtını çevirmeyip yardım edince halkın sohbetlerine de kulak misafiri olmuş. Kraliçe'nin hastalığı git gide kötüleşiyormuş ve bu insanları derinden üzmeye yetiyormuş. Adamın elinde Kraliçe'nin işine yarayacak bir şey olduğunu düşündüğünden Kral ve Kraliçe'yi görmek istemiş. Kraliçe ilk başta kabul etmese de uzun ısrarlar sonucu aylar sonra ilk kez odasından çıkmış ve gezgin adamın huzuruna çıkmasına izin vermiş.
Bitkin ve bir o kadar kötü olan Kraliçe, çaresiz olduğu yüzünden okunmuyormuş gibi, bunu kibarlığının arkasına saklamaya çalışıyormuş. Kraliçe'nin huzuruna çıkan yaşlı adam elinde minik bir saksı ile gelmiş. Saksının içerisinde dalı ve yaprakları epey bir ince olan mavi bir çiçek duruyormuş. Sanki hüzünle toprağa bakıyormuş gibi duran mavi çiçeğin şifası ise dillere destanmış. Ancak adam bu şifalı çiçeğin karşılığında elbette bir şey de istemiş. Henüz genç olan oğlu Ezekiel'in de Kraliyette bir yerinin olmasını...
Çiçeğin yapraklarından yapılan az miktarda bir çay içirmişler Kraliçe'ye. O günden sonraki günlerde ise üzerlerine düşen karanlık bulutlar bir bir yok olmuş.
Karanlığa, Güneş olan prens ise dolunayda doğmuş.
Kasabanın ormanları kadar canlı bir çift yeşil göz dünyaya gelmiş.
Kral ve Kraliçe, kendilerinden bile sakındıkları oğullarını kasabadan da gizlemişler. Herkesten uzakta sarayın içinde büyük bir odada, sürekli olarak hizmetlilerin kontrolünde, Ezekiel'in sıklıkla ona bir şeyler öğrettiği bir çocuk olarak yetişmiş. Anne ve babası zamanla ilgisizleşmiş. Herkes kendi kabuğuna çekilir bir hale gelmiş. Kendilerinden bile sakındıkları yavrularını yüreklerinden de uzak düşmüş. Dış dünyayı merak etmiş, saatlerce ağlamış, hep yalnız başına bırakılmış...
Ve ansızın onu dış dünyaya salacakları kadar büyüdüğünde sessiz ve korkak bir sokak çocuğundan farksızmış. Kimsenin onun Prens olduğunu bilmediği, kendinden bile bir haber bir çocuğu öylece ortada bırakıvermişler. Okuma yazmayı biliyor olmasının dış dünyada hayatta kalabileceği anlamına gelmediğini henüz on yaşındayken öğrenmiş.
Resim çizmeyi, sokakta oyun oynayan çocuklara eşlik etmeyi, rastgele bir ahırda haylazlık etmeyi. Tüm bunları kasabanın sokaklarında öğrenmiş ancak bir gün daha önce hiç hissetmediği bir duygu karmaşası sarmış bedenini.
Ağacın altında, çiçeklerin arasında oturmuş kitap okuyan küçük bir hanımefendiye rastladığında onun pek çok çocuk gibi oyun oynamaktan çekindiğini fark etmiş. Çekinerek de olsa küçük kızın yanına gidip bir beyefendi gibi oturmak için izin istemiş. Küçük kız kafasını kaldırıp ona gülümseyerek baktığında utançla yanaklarının kızardığını hissetmiş. Cebinden çıkarttığı minik tahta misteki kıza uzatarak aralarında minik bir konuşma başlatmış. Aralarında geçen bu küçük sohbetin son sohbetleri olacağını farkında değillermiş elbette. O günden sonra ikisi de birbirini hiç görmemiş.
Charles, kapana kısıldığı odasına Daphne ise onu kısa süre önceden yarı yolda bırakan ailesinin mezarına.
Onlar gözlerinin önünde can verirken elinden hiçbir şey gelmemiş olmasından utanmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centaurea'nın Laneti
FantasyAğacın altında, çiçeklerin arasında oturmuş kitap okuyan küçük bir hanımefendiye rastladığında onun pek çok çocuk gibi oyun oynamaktan çekindiğini fark etmiş. Çekinerek de olsa küçük kızın yanına gidip bir beyefendi gibi oturmak için izin istemiş. K...