Yeonjun uzun bir günün ardından dinlenmek için odasına çekilmişti sonunda. Her gece olduğu gibi yine düşüncelere dalması uzun sürmedi. Bir süredir Soobin'le birlikte saraydan kaçmak adına her yolu denemişler fakat bir türlü başaramamışlardı. Doğu Krallığı askerleri işini iyi yapıyordu. Asla fırsat vermemişlerdi ikisine de. Ne zaman bir plan yapsalar hep ellerinde patlıyordu. Yeonjun zaman geçtikçe bu işten sıkılmaya başlamıştı. Gittikçe olanaksız geliyordu artık yapmaya çalıştıkları şey.
Soobin onun aksine ufak bir çocuk gibi umut doluydu. Her seferinde kendisini teselli ediyordu sanki zorundaymış gibi. Yeonjun'un ona duyduğu merhamet aylar içinde artmıştı. Artık ona karşı gelemiyor, ne derse yapıyordu. Zaman zaman prensin kendisini büyülediğine dair düşünceler doluyordu zihnine. Sonra hurafe bunlar deyip geçiştiriyordu. Yine de prens tarafından gerçekten büyülenmişti.
Gün geçtikçe bu genç oğlanı daha iyi tanıyordu. Kitap okumayı, piyano çalmayı, tatlıları, hayvanları ve çiçekleri çok seviyordu. Kendi çiçeklerini ektiği ve ilgilendiği bir bahçesi vardı mesela. Ne zaman ortalıktan kaybolsa Yeonjun onu orada buluyordu. Beyaz şalı omzunda, çiçeklerini seyrediyor, onlarla karşılıksız bir sohbete girişiyordu. Yeonjun onu ilk kez çiçekleriyle konuşurken gördüğünde uzun süre onu izlemekten alıkoyamamıştı kendini. O kadar zarif, o kadar narindi ki... Kıyamıyordu hiçbir şekilde.
Korkuyordu. İçinde yeşeren hislerden korkuyordu. Biliyordu çünkü, bu böyle devam ederse sonunun nasıl olacağını biliyordu. Ona aşık olacağını biliyordu. Ve bu, ikisinin de sonu olurdu. Kaçmak tek şanslarıydı ama Yeonjun artık ondan bile emin değildi. O gün çay bahçesinde konuşmalarının üzerinden neredeyse yedi ay geçmişti ve yaklaşık iki ay oluyordu denemeyi bırakalı. Sonunda ölüm vardı ve Yeonjun artık ölümle iç içe olmak istemiyordu. Karanlıktan aydınlığa çıkmak istiyordu. Ama işler hiç istediği gibi gitmiyordu.
Namjoon bu yedi aylık süreçte onu hiç boş bırakmamış ve devamlı bilgi istemişti. Yeonjun da her şeyi olmasa da bir kaç şeyi abarta abarta anlatmıştı hep ona. Namjoon bu durumdan pek memnun değildi ama Yeonjun'un umrunda değildi. Bir kere girişmişti bu işe, daha da kaçışı yoktu. İstemiyordu da zaten bırakmayı. Sonuna kadar gitmek istiyordu.
Kapısının vurulmasıyla gözlerini araladı. "Gel!" diye seslendi.
Yunho içeri girip "Majesteleri Veliaht Prens Kim Soobin!" dedi ve kenara çekilip Soobin'e geçmesi için yer açtı. Soobin beyaz saten pijamalarıyla bir peri gibi süzüldü içeri. Şalı yine omuzlarındaydı. Yeonjun en çok da şalını tutuşunu seviyordu onun. Yunho'dan ötürü hızla ayağa kalktı ama Yunho çıkıp ikisini yalnız bırakınca yatağa oturdu tekrar. Soobin de onun bir şey demesini beklemeden yanına oturdu.
"Uyku mu tutmadı?" diye sordu Yeonjun.
"Hmm, evet." diyerek başını salladı Soobin de. "Düşünüyordum." dedi dalgınca. Kafasında kim bilir ne tilkiler dolanıyordu.
"Ben de." dedi Yeonjun. "Bu sıralar düşünmekten pek uyuduğum söylenemez."
"Belli oluyor." dedi Soobin gülerek. "Bazen oraya buraya çarpıyorsun benim gibi. İkimizin de güzel bir uykuya ihtiyacı var anlaşılan. Ama önceliğimiz başka. Planlara ne zaman geri döneceğiz hyung, hiçbir şey söylemiyorsun. Merak ediyorum."
Yeonjun bu sorunun geleceğini biliyordu ve içinden hiç ama hiç cevaplamak gelmiyordu. Soobin'i üzmek istemiyordu ama buna bir süre daha devam edemezlerdi. "Biliyorum uzun sürdü ama hala beklememiz gerek. Zarar görmemizi istemiyorum."
"En fazla ne olabilir ki? Özgürlüğümüz uğruna canımızı veririz. Ben bundan gurur duyarım." dedi Soobin. Ölüm denen gerçeği aşalı uzun zaman olmuştu anlaşılan. Bu Yeonjun'un canını sıktı. Bu hayatta ölmesi gereken son kişiydi o. Şartlar farklı olsa da sonuç hep aynı olurdu. Onu öldüremezdi, yapamazdı. Kıyamazdı bu tazecik gence.
Soobin'de kendini görüyordu. Aynı özgürlük aşkı, yaşadığı hayatın hapis olduğunu hissetme, kendi ayakları üzerinde kimsenin himayesi altında olmadan yaşama isteği ve dahası. Bu zamana kadar masum olan bir kişinin bile canına kıymamıştı. Belki Soobin gibi masum biri daha önceden karşısına çıksa, bu merhametli yanını daha erken keşfedebilirdi. Bu hayattan kendini daha erken koparabilir, çok uzaklara kaçabilirdi. Ama hep doğru olanı yaptığını, istediğinin bu olduğunu düşünürdü.
Lakin değildi...
"Yapma Soobin." dedi yalvarırcasına. "Bu işe koyulmamızın nedeni canımızdan olmak değil, tam tersine yeni bir hayata yelken açmak. Ölünce ne olacak sanıyorsun. Her şey bitecek. İstediğin hayatı asla elde edemeyeceksin. Bunu istiyor musun cidden?"
Soobin düşünür gibi oldu. "Sanırım haklısın." dedi başını sallayarak. "Ben o hayatı yaşayacağım, biz o hayatı yaşayacağız."
"Tedbirli olmalıyız, bir süre daha beklemeliyiz. Yapabileceğimiz en ayrıntılı planı yapmalı ve bu işi bitirmeliyiz. Ne kadar zor olursa olsun." dedi Yeonjun kararlı bir bakışla.
"Hyung, latince bir söz var bilir misin?" diye sordu Soobin.
"Söyle de öğreneyim." dedi Yeonjun gülümseyerek. Soobin'den yine güzel şeyler duyacak olmanın huzuru sinmişti üstüne.
"Per aspera, ad astra."
"Zorluklardan geçip yıldızlara ulaşmak." dedi Yeonjun. Biliyordu bu sözü elbette.
"Biliyorsun!" dedi Soobin heyecanla. Küçük bir çocuk gibi kıpır kıpırdı.
"Tabi biliyorum." dedi Yeonjun ve ekledi. "Hem Latince de biliyorum unutma." diyerek hafiften göğsünü kabarttı.
"Sekiz dil biliyorsun, evet biliyorum. Hatırlatmana gerek yok." dedi Soobin sahte bir bıkkınlıkla.
"Bir Choi Yeonjun kolay yetişmiyor majesteleri." dedi Yeonjun da gülerek.
"O dilini koparacağım bana bir daha majesteleri dersen." dedi Soobin kaşlarını çatarak. Yeonjun onu bu sevimlilikle hiç ciddiye alamıyordu. Gülmesini tutamadı istemeyerek. "Gülme!" diye tersledi onu Soobin. Ama o da en fazla Yeonjun kadar ciddiydi.
"Çok tatlısın biliyor musun?" dedi Yeonjun, aklından geçenler dilinden dökülüvermişti. Bunu beklemiyordu açıkçası.
Anlaşılan Soobin de beklemiyordu. Zira duyduklarıyla yanakları pembeleşmişti hemen. Sevimliliğine sevimlilik eklenmişti böylece. Ama utandığını belli etmemek için göğsünü kabartarak "Biliyorum tabi!" dedi.
Yeonjun dayanamayıp güldü yine. İçinden geldiği gibi davranmaya karar verdi. "Burada, yanımda kal istersen." dedi. "Sabaha kadar çalıştık deriz."
"Bahaneye gerek yok, koskoca prense kim karşı gelebilir ki?" dedi Soobin de ona cevaben.
Yunho'ya söyleyip hizmetlilerden çay ve yiyecek bir kaç parça bir şey istetip uzun bir sohbete daldılar. Soobin bir ara yatağa uzanıp konuşmaya öyle devam etti. Sonrasında Yeonjun kendi kendine konuştuğunu, Soobin'in çoktan uyuduğunu görmüştü. Sabaha kadar Soobin'in uyuyuşunu izledi ve o gece fark etti. Hiç istemese de olmuştu, bu genç prense gönlünü kaptırmıştı. Ve bu yolun geri dönüşünün olmadığını çok iyi biliyordu.
evet bu bölüm sıkıcı bir geçiş bölümüydü. olayları hızlandırmaya karar verdim. muhtemelen en fazla 5 bölüme, hadi belki 10 bölüme final yaparım diye düşünüyorum. kimse ficin etiketlerine bakmamış, bu yüzden angst olduğunu görmemiş. umarım sırf bu yüzden okumayı bırakmazsınız. yoksa cidden çok üzülürüm. hatam varsa affedin ve bana bildirin. okuduktan sonra minik yıldıza basmayı ve bol bol yorum yapmayı unutmayın. yeonbin'le kalın, sevgiyle kalın. öptümmmmm 💋🫠
choi yeonjun & choi soobin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ad astra, yeonbin
Fanfiction[choi yeonjun & choi soobin] Batı Krallığı'nın kralı Kim Namjoon, kendi himayesi altına alıp yetiştirdiği suikastçi Choi Yeonjun'u Doğu Krallığı'nın veliahtı Prens Kim Soobin'i öldürmesi için görevlendirir. Görev oldukça basittir. Ama Yeonjun çıkaca...