Ne yani, hepsi bir rüya mıydı?
Prensin odasına gelişi, onu öldüreceğini bildiğini söyleyişi, dudaklarının istekle birleşmesi, tüm o yaşananlar...
Yeonjun prensin akşam bahçede kendisine casus olduğunu bildiğini söyleyişinden sonra düşüncelerinden kurtulamamış, en sonunda böyle saçma bir rüya görmüştü. Kabus gibi başlasa da sonu güzeldi yalan söylemeyecekti. Doğu Sarayı erkeklerinin başka bir büyüsü vardı. Prensin güzelliği ise asla göz ardı edilemezdi. Günün sonunda onu yatağında hayal etmesi pek de şaşılacak bir durum değildi doğrusu.
Vekil mülakatını onun yardımıyla geçmesi de hala inanılır gibi gelmiyordu ama açık açık söylemişti zaten bu saraydan kaçış bileti olduğunu. Yeonjun daha hiçbir şeye şaşırmıyordu. Aslında içten içe heyecanlıydı. Karşısında aptal ve masum birini görmeyi bekliyordu ama prensin aklı bir yere kadar çalışıyordu. En azından casus olduğunu anlamış ve onu kullanmayı seçmişti. Terli saçlarını elleriyle itti ve sesli bir nefes verdi. Bu iş sandığından da eğlenceli olacaktı.
Yataktan kalkmak için bir hamle yaptığı sırada kapısının tıklatılmasıyla duraksadı. "Girin." diye seslendi sesini toparlamaya çalışırken.
İçeri dün iki arada bir derede adının Yunho olduğunu öğrendiği prensin özel muhafızı girdi. "Efendim, Majesteleri Veliaht Prens sizi çay bahçesinde bekliyor. Hazır olduğunuzda sizi oraya götüreceğim." dedi.
"Peki Yunho, teşekkürler." diyerek muhafızın odadan çıkışını izledi.
İri muhafız çıkar çıkmaz alelacele hazırlanmaya koyuldu. Yüzünü yıkadı, üzerini giydi, saçlarını da ıslak elleriyle geriye taradıktan sonra Yunho'nun kendisini götürmesi için peşine takıldı. Çok geçmeden bahçeye gelmişlerdi. Etrafı kaplayan renkli çiçekler ve mis koku bir an huzurlu hissetmesine neden oldu. Omzunda beyaz bir şalla oturan prensi gördüğünde Yunho'ya teşekkür edip prensin yanına doğru ilerledi.
"Majesteleri." diyerek prensin önünde eğildi.
Prens "Hoşgeldin." dedi gülümseyerek ve karşısındaki sandalyeyi işaret etti oturması için.
Yeonjun sandalyeye oturmuş prensin diyeceklerini bekliyordu. Prens önce çaylarını doldurmuş, süt veya şeker ister mi diye Yeonjun'a bakmış, Yeonjun başıyla onayladığında biraz süt, biraz şeker ekleyerek çayı önüne uzatmıştı. "Öncelikle seçilen en genç vekil olduğun için seni tebrik ederim. Eh, majesteleri Kral'ın biraz aklına girmem gerekti ama işe yaramış demek ki. Baksana buradayız sonucunda."
"Teşekkür ederim majesteleri."
"Lütfen!" dedi prens elini kaldırarak. "Yalnızken bana Soobin demeni istiyorum. Devamlı majesteleri lafını duymak bir süre sonra rahatsız hissettiriyor."
Yeonjun bu duyduğuyla dejavu yaşadığını hissetti ve vücudundan hafif bir titreme geçti. Yine rüyayı hatırlamıştı. "Siz nasıl isterseniz majesteleri." dedi ama prensin tek kaşını kaldırmış kendisine imalı imalı baktığını gördüğünde "Soobin." diye düzeltti.
"Sanırım benden dört yaş kadar büyüksün. Benden büyüklere ve vekilliğimi yapacak insanlara her zaman saygım vardır. Eğer senin için de bir mazuru yoksa sana hyung diye seslenmeyi tercih ederim. Hem aramızdaki samimiyeti de kuvvetlendirmeliyiz öyle değil mi?" dedi prens kibarca.
"Tabi ki, hiç sorun değil." dedi Yeonjun başını sallayarak. Daha sonra devam etti. "Yanlış anlamazsan bir şey sormak istiyorum."
Soobin başını salladı çayını yudumlarken.
"Şu saraydan kaçış mevzusu, tam olarak nedir?"
Soobin derin bir iç çekti. "Ben de ne zaman asıl konuya geleceğiz diyordum." dedi fincanını masaya bırakırken. Arkasına yaslandı ve şalını önünde birleştirdi. "Sen bir casussun." dedi rahatça ve devam etti. "Bense saray hayatına ait olmayan bir prens. Açıkça söylemek gerekirse kime bilgi sızdırdığın umurumda değil. Muhtemelen oldukça yeteneklisin ve beni bu saraydan kaçırabilecek tek kişisin."
Yeonjun devamlı dejavu yaşıyordu. "İyi de neden saraydan kaçmak istiyorsun? İstediğin her şey elinin altında, seni seven insanlarla çevrilisin. İleride koca bir krallık sana kalacak. Neden, tüm bunlara rağmen neden?" dedi anlamaya çalışarak. Kaçmak isteyecek birine benzemiyordu oysa ki. İnsanları tanıdığını sanırdı bir de.
"Hiç yaşadığın hayat sana ait değlmiş gibi hissettiğin oluyor mu hyung?" diye sordu Soobin. Sesinde kırgınlık vardı.
"Zaman zaman." dedi Yeonjun kafasını sallayarak.
"İşte, ben hep böyle hissediyorum. İçimde görmezden gelemediğim bir his bu hayatın bana ait olmadığını söylüyor. Hiçbir zaman bu saraya ait hissetmedim. Hep dışarıyı istedim, kendime ait ufak çaplı ama sevgi dolu bir hayat. Şatafatla dolu olmayan, kendi alın terimle yemeğimi elde ettiğim, özgürce yaşayabildiğim bir hayat." Soobin'in aklı uçmuştu sanki. Hayali bile güzeldi demek ki bu düşüncelerinin.
Yeonjun'un içinde bir şeyler sızladı. Görev olarak gördüğü kimseye merhamet duymazdı. Peki bu çocuğun farkı neydi? Neden ona merhamet besliyordu? Sadece özgürce yaşamak isteyen masum bir genç olduğu için mi? Hayır...onda kendini görüyordu çünkü. Tıpkı kendisi gibi, kurallara bağlı kalmadan özgürce yaşamak isteyen ama kapatıldığı kafesten kaçamayan biri. Ne kadar acı.
"Güzel bir hayal." dedi gülümseyerek. Ama gülümseyişinde bir kırgınlık vardı. "Güzel bir hayal lakin gerçekçi değil. Siz bu konumda olmak için doğmuşsunuz." dedi ağız alışkanlığıyla ama hemen düzeltti. "Yani sen, sen bu konumda olmak için doğmuşsun Soobin. Hayat her zaman istediğimiz gibi olmaz. Bazen sadece bize verilenle yetinmemiz ve onun en iyisi olduğunu bilmemiz gerekir."
"Aslında haklısın. Kolay olmayacağını biliyorum. Yaşadığım hayatı yaşamaya devam ettim ama yapamıyorum, anlıyor musun? Kendime zarar vermekten korkuyorum. Ben buraya ait değilim ve ait olmadığım bir yerde yaşamaktansa hiç yaşamamayı istediğim zamanlar oluyor. Neyse ki henüz o kadar ileri gitmedim. Ama bu gitmeyeceğim anlamına gelmiyor."
Yeonjun anlayışla dinliyordu Soobin'i. Hayatında ilk kez birine merhamet duyuyor ve onunla empati yapıyordu. Ama görevi her şeyden önemliydi. Ne yapmalıyım diye düşündü. Sinirleri bozulmuştu. Bu çocuğu gerçekten de kaçırabilir miydi? Belki de kaçırır ve öldü süsü verirdi. Güçlü bir kanıtla da Namjoon'u kandırabilirdi. Mesela kesik bir parmakla. Ama yakalanma riskini de göz önünde bulundurulmalıydı. Ne kadar yetenekli olursa olsun yakalanmak da her zaman bir olasılıktı.
"Benden istediğin şey çok zor. Muhtemelen yakalanırız ve ikimizin de kellesini alırlar." dedi Yeonjun Soobin'i ikna etmek istercesine. "Onun yerine bu sarayı daha yaşanır hale getirebiliriz. Üstelik kötü hissettiğin her an benimle konuşabilirsin. Yanlış bir şey yapacağını düşündüğün her an."dedi.
Soobin'in kendisine hayal kırıklığıyla baktığını gördüğündeyse sikerler diye düşündü. Bu çocuğu yaşatmak istiyordu. Neden bilmiyordu ama istiyordu.Ölmesine izin vermeyecekti. Nasıl yapacaktı bilmiyordu ama bu çocuğu hem Namjoon'dan, hem de bu saraydan kurtaracaktı. Bu hayatına mal olacak olsa bile.
"Biliyor musun?" dedi aklına bir şey gelmiş gibi. "Hadi yapalım şu işi. Hadi kaçalım şu lanet saraydan."
merhaba güzellerim. ficde olayların çok hızlı aktığını, karakterlerin her şeye çok hızlı adapte olduğunu fark etmişsinizdir. amacım fici çabuk bitirmek çünkü. uzun fic okumaktan çok sıkıldım bu aralar. kendimi bıraksam aslında otuz-kırk sayfadan bir otuz-kırk bölüm yazarım ama ne sizi, ne de kendimi sıkmak istemiyorum. her şeyi tadında bırakmak en iyisi diye düşünüyorum. eğer bir hatam varsa affedin ve bana bildirin. okuduktan sonra minik yıldıza basmayı ve bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen. sizleri seviyorumm. yeonbin'le kalın, sevgiyle kalın. öpüldünüzzzzz 🫠🩷
choi yeonjun & choi soobin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ad astra, yeonbin
Fanfic[choi yeonjun & choi soobin] Batı Krallığı'nın kralı Kim Namjoon, kendi himayesi altına alıp yetiştirdiği suikastçi Choi Yeonjun'u Doğu Krallığı'nın veliahtı Prens Kim Soobin'i öldürmesi için görevlendirir. Görev oldukça basittir. Ama Yeonjun çıkaca...