Babam Ve Odam
Yine babamlara gideceğim. İçimdeki çocuk nasıl da heyecanlı, nasıl da sevinçli. Oraya gideceğim zaman adımlarım ve yüreğim geldiği yaşı unutup, küçükken ellerimde tuttuğum bir balon hüneriyle uçup gitmek istiyor. Bulutlardan bulutlara sıçramak, rüzgârların yelesinde evimizin bahçesine inmek. Dışıma taşan neşeye adımlarım yetişemiyor ama. Yüreğim kafesinde mahzun, sadece telaşımın dozajını arttırıyor. Hani kendimi bir an önce ışınlayıp, hazırlık ve yol telaşından kurtarmak istiyorum. Çocukluğumun geçtiği eve gitmek için güzel bir yöntem aslında, çocukça…Çocukken öyle yapardım. İstediğim bir şey eğer ailem tarafından yerine getirilmesi imkânsız bir şeyse gözlerimi yumar ve rüyama gelmesini, onu orada bulmayı, almayı umud ederdim. Odamın duvarları benim hayallerimle süslü bu yüzden Kimselerin görmediği sadece benim gördüğüm hayaller, şekillerle süslü. Odamdan baktığımda görülen manzara da benim hayallerim var. Dağların eteklerinde koşularım, Gökyüzündeki bulutlarda oturmalarım, Bahçesine diktiğim umutlarım. Kar yağdığında ne çok üzülmüştüm, yağmur yağdığında ne çok ağlamıştım bir keresinde. Bahçeme ektiğim hayalimsi çiçekler, camlarına çizdiğim şekiller, düşlerimde büyüttüğüm hayaller silindi diye. Uykusuz gecelerim de, canı sıkkın gezmelerimde ekmiştim hepsini. Büyümeyeceğini, üzerlerindeki toprağı atıp, gözlerimle göz göze gelmeyeceklerini hiç düşünmeden.Birazdan arabaya bineceğim nihayet. Evimiz şehre biraz uzak, ana cadde üstünde. Arabadan indikten sonra yürüyerek kırk dakika sürüyor. Nereden biliyorsun, derseniz; babamla yayan çok yürüdük o yolları. Çocukken otobüse verecek para bile olmadığından yürüdük hep. Dakika tutardık. Babam bu yürüyüşleri oyuna çevirip, eğlenceli hale getirmek için dakika tutar ve benimle yarışlar düzenlerdi. Küçük adımlarıma yenilir, büyük hedeflerimin önünü açardı. Ben iyi yürürüm bu yüzden. Çocukluktan kaldı bu alışkanlığım. Bir defasında birinci sınıfta kendi kendime yürüyüp eve gelmiştim. Annem babam perişan yollara dökülmüş meraktan. Otobüsler almadı beni demiştim. Minik adımlarımı bildiğim rakamlara kadar sayarak, sayılar bittiğinde yenden baştan alarak. Bir daha yapma, demişlerdi. Bir daha yapmadım. Onların yüzlerindeki telaş ve üzüntüyü görmek beni daha da üzmüş, buna sebep olacak hiçbir şeye cesaret edememiştim ondan sonra. Çünkü üzüntüme yol açacak hiçbir şeyi önümüze yaşam olarak sunmayan bir baba, bu isteğimin en büyük öğretmeniydi. Babam beni asla yalnız koymadı evimizle çarşı arasındaki uzun yürüyüşlerimde. Bu yaşıma geldim, yalnız başına yürüdüğümde hâlâ arkamdan babamın sesini duyacakmış gibi olmam bu yüzden. Babam yanımda olmasa da, ardımda ve beni izliyor. Dikkat ettiğimde seviniyor, kusur ve hatalarımda beni uyarıyor sanki. Kendimi hızlı gelen bir arabadan korumam bile babam için. Onun yanı başımda ve yüreğimin ellerinden tutmasından… Her şeyimin ilki oldu babam. İlk sevdiğim erkek, ilk güvendiğim insan, ilk hediyelerimin sevinci, ilk korkularımın sahibi oldu. Hayatımın ilk yarışına da babamı yenerek başlamıştım. Babamın mahsusçuktan bana yenildiğini bilsem de, girdiğim her yarışı yeneceğim sandım. Onun büyük adımlarını kısarak parmak uçlarıyla bana gösterdiği törelansı, hayatın da bana göstereceğini sanarak. Beni kazanmaya alıştırdı babam, kendimden daha büyük olan şeyleri; hayatı, dünyayı, insanları yenebileceğimi, zorluklarıyla başa çıkabileceğime inandırdı. Kazanabildim mi peki, yendim mi bunca şeyleri, üstesinden gelebildim mi bilmiyorum. Ama inandım. Ben babama inandım. Babam beni asla kandırmazdı. İnsanın çocukluğunun geçtiği ev, hep çocuk kaldığı yerdir. O evin kendine ait olan küçük odası, kocaman dünyasıdır. Yaşım kaç oldu, bu evden ayrılı kaç sene oldu, hâlâ bu eve, evdeki odama geldiğimde kendimi o yaşlarda hissederim. Oradaki anılarımı taptaze bulur, onların arasına tekrar girmekte hiç zorluk çekmem. Sanki hiçbir yere gitmemişler ve beni orada bekliyorlarmış gibi hemen alırlar içlerine. Nerede kaldın der gibi hislenir, sesimi duyunca, eşyalarına dokununca sevinirler. Bunu hislerim söylüyor bana. Odamdan ayrıldığım zaman içinde değişmeyen şeylerden biri de hislerim çünkü. Ve buraya, bu küçük odaya geldiğimde zaten değişmeyen hislerim daha da kuvvetlenip, beni ellerimden tutup beraber çocukluğuma amansız koşular düzenliyorlar. Koşuyorum onlarla. Beni götürdükleri her yere gidiyor, uzaklara düşse de yolum, asla kaybolacağımı düşünmüyorum onlarla. Konuşuyorum. Susuyorum. Özlüyorum. Beni ne çok anlıyorlar hâlâ. Benimle ne de güzel susuyorlar. Onlara getirdiğim bütün sırlarımı sıkıca tutup, bu küçük odamda benimle birlikte yaşıyorlar. Onlarla burada sanki yeniden buluşuyorum. Babamların evi, ön ve arka bahçesi olan bir ev. Hâlâ yarım, yıllardır tamamlanamayan eksikleri var. Evin bir katı misafir için ayrılmış. Yolda kalan, gezmeye gelenler gelsin, yatsın diye; bir nevi ücretsiz pansiyon. İkinci katı annemlerin kaldığı yer. En sakin bahçeye bakan tarafta benim odam. Çocukluğumun geçtiği ve hala benim için boş tutulan, geldiğimde kalmam için hazır bulundurulan bana ait, çocukluğuma, hayallerime ait odam. Camdan bakınca ağaçları ve aynı anda gökyüzünü görebilirsiniz. Bu gelişimde gördüm ki, babam odamı çok açık gök mavi ye boyamış. Tavana da yıldızlar takmış. Karyolayı da tam cam kenarına dayamış. Çok sevimli olmuş. Bir de kuş kafesi var odamda. Kuşumuz öldü ve yerine başkasını koyamadığımız için boş kafesi duruyor odamda. Odam ve içindekiler tıpkı içim gibi. İçimin odalarındaki şeyler çok değerli ve gün gelip boşalsa da asla yerine yenileri koyamam. Saklarım onun o halini. Hatırasına kıyamam, yerlerine yenisini koyamam. Varmış gibi, hiç eksilmemiş gibi yaşarım. Yerine yenilerini koymak mı? Garipserim o zaman yüreğimi, yüreğim bile diyemem, sahiplenemem. Yokluklarını canlandırıp, bana ait odamın bana ait hayalleri olarak onları yokluğunda bile yaşarım. Küçükken ne zaman babama küssem, annemi kıskansam ya da kızsam odama kapanırdım. Yüzüstü yatağıma kapanıp bazen sessizce bazen de sesimi duyup da babam yanıma gelsin diye sesli bir şekilde ağlardım. Çok sürmez gelirdi babam. Arkamdan usulca sokulur, saçlarımı okşar ve her nasılsa beni güldürmeyi becerir, kucağında içeri götürürdü. Yanaklarımdaki yaşlar ile gülümsemelerin birbirine karışırdı yüzümde. Zaten gülmeye hazır ağlamalarım kendini babamın bana getirdiği gülümsemelere bırakırdı kendisini. Kim zaman da kitap okumak için kapanırdım o küçük dünyama. Hâlâ da aynıyım aslında. Kendimi iyi hissetmediğimde kendi evimdeki odaya kapanıyor ve yine kitaplara bırakıyorum kendimi. Arkamdan babam gelmiyor ama. Haberi olsa kesin gelir fakat ben bunlardan haberi olsun istemiyorum artık. Büyümek biraz da bu olsa gerek. Küçükken ağlayışlarımı duyması için sesimi yükseltirken büyüdükçe beni duymasınlar diye daha da kısıyorum sesimi. Duyup da üzülmesinler diye… Hala odamı muhafaza etmeleri bundan belki de: Sessiz ve içli bir yapıya sahip olduğumu bildikleri, odama yüklediğim misyonu bildikleri için odamı muhafaza ediyorlar bence. Odam… Orası benim dünyam. Çocukluğumdan kalma her şeyi orada biriktirdim. Duygularımı gözyaşımı sevincimi. İlkokuldan itibaren kitaplar, defterler ve karneler. Pul koleksiyonu, hatıra defterim. Hepsi özenle saklanmıştı benim için. Hala odamda saklanıyor. Tek sarışın oyuncak bebeğim. Küçükken çok canım yandığında kendimi hep o odaya kapattım hâlâ da oraya kapatır orada iyileşirim. Orası benim ve yüreğimin bakım evi. Sarıp sarmalandığım, iyi olup yeniden başladığım bir yenilenme yeri.Babam… O, çok romantik bir adam. Hiç bulamazsa bahçeden çiçek toplar eve öyle gelir. Tabi benim kıskanacağımı bildiği için bana da getirir, sevgisiyle bütün eksikleri kapatır. Hayatım boyunca bunun acısını çektim belki de. Bütün erkeklerin babam gibi olacağını düşündüm. İyi bir baba, sevgisini yüreğime yaşatmış bir baba, hayatımın geri kalan yanlarında karşıma çıkan erkelerin katili oldu bu yüzden. Onlarda babamın bu ilgisini, sevgini aradım ister istemez. Maddi sıkıntı hiç eksik olmadı çocukluğumda. Ama bizi öyle çok sevdi ki biz o sıkıntıları hiç anlamadık. Alamadığı ekmeğin yerine sevgi verdi bize hep. Ve hep gülümser ve tevekkül halinde olurdu. Şimdi daha çok anlıyorum onun öğretmenliğini. Acıyı yaşarken takındığı tavırlar, duruşlar; tahtaya kaldırılmış ve diğer öğrencilerin kendisini izlediği bilen bir öğrencinin öğretici rolündeymiş meğer. Bu acıysa işte bu da tevekküldür; bu darlıksa işte bu da sevgidir, tüm darlıkların ilacı. Birazdan kavuşacağım odama… Oraya, o mavi boyalı hayallerimin şehrinin olduğu yere odam diyorum nedense. Evimize de babamlar. Annemi de çok severim oysa, onun sevgisini de yaşarım herşeyiyle. Ama dokunan kısmı, saran ve sarmalayan kısmı hep odam ve babam oldu küçüklüğümün nedense. Yıllar geçse de, evden ayrıldığımdan beri değişen bir şey olmadı odam ve ailemde. Ya da bana öyle geliyor. Ben hâlâ ilk bıraktığım gibi bulmak istiyor ve öyle görüyorum. Değişmesin istiyorum. Hiç olmazsa hayatta istediğim herşeyi yaşadığım o anların mekanının değişmesini istemiyorum. Azalan şeyleri hayallerimde dolduruyor, eksilen yanları düşlerimde tamamlıyorum. Gerçi geçen seneler içinde ben de büyüdüm biraz. Biraz daha, biraz daha… Ama o eve, o mavi boyalı odaya, o babaya kavuşunca derha eski yaşıma, çocukluğuma dönmekte zorluk çekmiyorum . Beni her gelişimde hâlâ aynı sıcaklık, özveri ve şefkatle karşılayıp, neyi seviyorsam onları hemen hazır ediyor. Odamın duvarlarının rengi, mutfakta mutlaka bir kavonoz cikolata, otobüsten indiğimde gittiğimiz tatlıcı ve tulumba tatlısı ve evime gelip odama her girdiğimde beni bekleyen bir sürpriz.Bunlar benim için o kadar özel ki, bir hazine gibi. Sandığımda hepsi. Bir düş gibi saklıyorum Onu açmaya korkuyorum, hazineme gerçek değer diye korkuyorum
Mehmet deveci