"Merlin, senden kaçmanı istiyorum. Lance ve Gwaine'e bul ve mümkün olan en kısa sürede buraya getir."
"Seni burada bırakacağımı sanıyorsan beni hiç tanımıyorsun demektir. Eğer birinin kaçması gerekiyorsa o sensin. Sen Camelot'un kralısın, seni kaybedemeyiz."
"Ve ben de seni kaybedemem! Bu bir emirdir, Merlin, ya onlarla gelirsin ya da hiç gelmezsin. Bana söz ver."
"Hayır." Merlin arkasını döndü ve Arthur'un büyüyle ilgili olduğunu düşündüğü bir şeyi fısıldamaya başladı.
"Ne yapıyorsun?"
"Kapa çeneni." Merlin dedi ve Arthur ona itaat etti. Merlin'e ne zaman meydan okuyacağını biliyordu ve şu an sırası değildi. Egolarının çatışması, onlar doğrudan tehlike altında olmayana kadar bekleyebilirdi. "Lancelot, sana burada ihtiyacımız var. Şimdi! Bulabildiğin kadar çok şövalye bulup gel."
Bu son birkaç kelimeyle birlikte yere yığıldı.
"Neydi o?" Arthur, Merlin'in oturmasına yardım etmek için yanında diz çökerek sordu.
"Lancelot'un duvarına yazılmış bir mesaj. Umalım ki bunu okumak için orada olsun."
"Ne zamandan beri bunu yapabiliyorsun?"
"Şu andan beri. Dürüst olmak gerekirse işe yarayıp yaramadığını bilmiyorum. Kendi başına tüy kalemle nasıl yazılacağını buldum, mürekkebi nerede sakladığını biliyorum... Bunun işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum ama şu anda elimizdeki en iyi seçenek bu."
Arthur düşünerek ve en iyisini umarak başını salladı.
Şans eseri işe yaramıştı. Şövalyelerinin gecenin karanlığında yaklaştığın gördüğünde, Merlin'i tam o anda ve orada öpmek istedi, Kahrolası unvanlar.
Güvenli bir şekilde kaleye geri döndüğünde Merlin ona dırdır etmeye başladı.
"Bana çocukmuşum gibi davranamazsın, Arthur. Birlikte kalırsak hayatta kalma şansımızın daha yüksek olduğunu sen de benim kadar iyi biliyorsun ve bana gitmemi emretmek hiçbir zaman işe yaramaz bu yüzden bir daha bunu deneme bile!"
"Merlin!"
"Ne?!"
"Haklısın. Üzgünüm. Emretmemeliydim... ama sen de beni dinlemeliydin."
"Söylediklerime dikkat ediyor musun?"
"Evet."
"Zayıf olmadığımı biliyorsun."
"Biliyorum."
"Seni koruyabileceğimi biliyorsun."
"Biliyorum."
"O halde neden-?"
"Neden olduğunu biliyorsun."
Onu kaybetmekten çok korkuyordu. Krallık için, Merlin için hayatını feda etmeye hazırdı ama söz konusu Merlin'in ölmesi olduğunda asla.
"Kendini ben ya da krallıktan sonraya atıyorsun. Durmadan."
"Söz veriyorum krallığı asla feda etmeyeceğim, ama eğer bu seninle benim aramdaysa... Fikrimi değiştirmemi sağlamak için söyleyebileceğin ya da yapabileceğin bir şey yok."
Sihir bir yana, birbirlerine karşı her zaman dürüst olmuşlardı ama duygularını hiçbir zaman bu kadar açık, bu kadar özgürce ifade etmemişlerdi.
Arthur'un hoşuna gitmişti. Ruhunu dökebileceği ve onu her zaman savunacağını bildiği birisine sahip olmak.
"Bu aptalca."
"Sen aptalsın."
"Kapa çeneni." Merlin bunun doğru olduğunu bilerek iç çekti. Arthur aklına bir şey koyduğunda onu değiştirmeden hiçbir yolu yoktu. Bu yönüyle Uther'e benziyordu. Ancak bu, son nefesinde bile denemeyeceği anlamına gelmiyordu. Ama bu bekleyebilirdi. Artık son nefesi yakın değildi ve bir süreliğine sevgilisinin yanına uzanıp her şeyi unutmak istiyordu.
"Danışman olayını düşündün mü?"
"Evet. Bu beni daha sık dinleyeceğin anlamına mı geliyor?" Arthur, 'Bir nevi ama buna güvenme.' şeklinde tercüme edilebilecek bir surat ifadesi yaptı. Merlin gözlerini devirdi. "O halde ben de varım."
"Gerçekten mi?" Mavi gözlerinde umut vardı. Merlin bunu dünyadaki hiçbir şey için paramparça etmezdi.
"Evet. Varım."
Arthur usulca gülümsedi, bunun Camelot'un faydalanabileceği bir şey olduğuna ikna olmuştu. Ve krallığının ihtiyaçları hakkında konuşurken nadiren yanılırdı.
"Yakında herkese söyleyeceğiz." diye söz verdi.
"İyi. Lütfen artık yatağa gidebilir miyiz? Birkaç saat sonra güneş doğacak."
"Gaius henüz yaralarını sarmadı mı?" Merlin yalan söylemeyi düşündü. Bunda iyiydi. Sonra verdiği sözü hatırladı. Bu bekleyiş Arthur'un zaten cevabı tahmin etmesi için yeterliydi. "Gömleğini çıkart. Birisine su ve bandaj getirmesini söyleyeceğim."
"Büyü yaralarımın daha hızlı iyileşmesini sağlıyor. Orada her ne varsa muhtemelen çok tan iyileşmiştir."
"Benim için 'muhtemelen' yeterince iyi bir cevap değil. Hadi, iffetli olma. Soyun." kapıya giderken gardiyanlardan birine neye ihtiyacı olduğunu söyledi.
Merlin içini çekti. Arthur ve o birlikte uyumuşlardı ama yatmamışlardı. Elbiseler her zaman üzerindeydi ve meğerse Arthur, ona her zaman mankafa demesine rağmen bir centilmenmiş.
Arthur vücudunun yaralı olduğunu biliyordu. Camelot'ta yaşayan hiç kimsenin cildi pürüzsüz değildi. Yine de kralın tüm bunların gerçekliğini görmeye hazır olmadığını biliyordu.
"Kızmana izin vermiyorum." Gömleğini çıkarmadan önce söyledi. Arthur'un etkilenmemiş kaşı kalktı, sonra da şüphe götürmez bir öfkeyle kaşlarını çattı.
"Ne-"
"Göründüğü kadar kötü değil." Söz vermek için acele etti.
Göğsünde açık bir yara vardı, yaklaşık bir saat önce bir okun zar zor sıyırdığı zamana ait küçük bir kesikti. Sonra, bazıları diğerlerinden daha büyük ve derin oldukça fazla yara izi açığa çıktı. Midesinin bazı kısımları bir şeyin temasından dolayı tahriş olmuştu ve bazı sıyrıklar saatlerce orada kaldıktan sonra iyileşmeye başlamıştı. Enfekte olabilirlerdi, bu yüzden onlara dikkat etmesi gerekiyordu.
Bu, Arthur'un bir şey için ilk kez tek kelime -ne olursa- edememesiydi ve bu Merlin'i tedirgin ediyordu. Hatta biraz da bilinçli.
Ama kiminle olduğunu biliyordu. Güvendeydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/360605670-288-k389429.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Best Time Falling İnto Love /Merthur
Fanfiction*Tamamlandı *Çeviridir. *** Merlin'le birlikte olmak doğru hissettiriyordu. Öyle olması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Sanki yatağında yanındaki yer her zaman onu bekliyordu, getirdiği fazla yiyecekleri her zaman paylaşılması gerekiyordu, her şey...