4.ACININ HATIRASI

39 5 0
                                    

Bazen insan sadece susar sanki içindeki çığlığın susmasını düşündüğü gibi... Ama susmaz. İnsanın acısı diner mi hiç? Dinmez... Böyleydi işte. Bir kuşun kanadında yara olması gibi içindeki çığlık. Uçmaya çalıştıkça yanar canın ama adım atıp da ne yürürsün ne de uçarsın sadece dinlersin, dinlersin ki o acı anlatır sana. "Bak benim buram acıyor çırpınmada dinle" der. Ama dinler mi insanoğlu eğer dinleseydi görmezden gelip, sağır kalır mıydı başkasının acısına? Bu yüzden bencildir işte. Bir tek kendi acısı var sanır bakar mı başkasının yarasına? Bakmaz... Çünkü o kin, o bencillik, kör ve sağır eder insanı. Zaten bu sebeple dilsiz kalır. Hayatın kölesi olarak susar insan, daha ne derseniz faydasız kalır...

Küçükken kelebek gördüğümde özgürlüğe uçtuklarını düşünürdüm. Çocuk aklı, masum gelirdi işte. Ama büydükçe onların bile içinde yatan katili öğrendim. Dokununca ölen hayvanlar küllerini savurarak yok ediyormuş kendini. İnsanlarla ortak noktası da yok değildi, küçümsenemezdi çünkü benim için kelebekler hep önemli bir yer edinmişti. Hala da yerini koruyor. Kelebeklerle olan ortak noktamız ölümdü. Fakat, infazını kendimizin gerçekleştirdiği bir ölüm. Bizde hayatımıza büyük darbeler aldığımızda, bu dünyadan silinmek isteriz öyle değil mi? Yok olmak, kaybolmak belki de kurtuluşu olmayan bir ipe asılmak...

Ölüm kelebeği üstümüze konduğunda, bu hayattan silinip gideriz. Azrail'in habercisi miydi yoksa? Bence değildi. Ölüm kelebeği insanın ta kendisiydi...

Her şeyin son bulacağını düşünmesi bile yanlıştı insanoğlunun. Bırakılan her iz, her yaşanmışlık teninin en derininde yatar. Kabullenilmez. Direnilir. Acıtır, can yakar, işkence eder ama öldürmez. Hatıralar tenimize acı diye işler fakat ruhumuz bunun bedelini ayakta kalmak ile öder...

"Kerem?" Adını kaç kez tekrarlıyorum bilmiyorum. "Sen? Nasıl?" Sanırım algılarımı kaybettim. Tüm çocukluğumu paylaştığım kişi kanlı canlı karşımda duruyordu. Sahi ne kadardır görmüyorum onu? Küçükken onunla ilk karşılaşma günümü dün gibi hatırlıyorum. O ise benim gizli destekçimdi.

Sessiz geçirdiğim kaçıncı gün bilmiyorum ama Dani bana yardım edeceğini söyledi ve uzun araba yolcuğundan sonra küçük bir kulübeye gelmiştik.

"Hazır mısın?" Korkuyordum çünkü artık neye güveneceğimi bilmiyor güven duygumu yitiriyordum. Başımı olumlu anlamda salladım ve içeri girdik. Kulübe boştu.

"Bu boş kulübeye neden geldik?" Dani gülümsedi.

"Boş olduğunu kim söylemiş?" Kulübenin kilerine girdiğimize eskimiş tahta zeminin üstünde duran tozlu kilimi kaldırdı. Çıkıntılı duran tahtalar ortaya çıktığında Dani tahtaları kaldırdı ve aşağı doğru dönerek inen ahşap merdiven önümüze açıldı. Artık ne hissedeceğimi bilmiyor her gün daha fazla şaşırıyorum. Loş ışıkla aydınlatılan merdivenlerden  iniyorduk. Her bastığım basamak daha fazla gıcırdıyordu.

Aşağı indiğimizde bir tahta kapı daha karşıladı bizi. Dani kapıyı açtığında içerisi boş değildi. Kum torbası, boks sahası, ağırlıklar, halter ve iki kapı vardı odada. Kenarda duran halterin başında bir oğlan çocuğu dikiliyordu. Vücut yapısı olarak benden iri duruyordu.  Saçları kısaydı yeni yeni uzamaya başlamıştı. Siyah gözleri onu çok sert gösteriyordu. Oda anlamsız bakışları ve çatık kaşlarıyla bir bana bir Dani'ye bakıyordu. Bende Dani'ye döndüğümde ikimize de güldü. Ve paltosunu kenarda duran sandalyeye astı.

"Eee hala boş muymuş bu kulübe?"

"Boş değilmiş fakat burada ne işimiz var?" Bakışlarımı çocuğa doğru çevirdim.

ACININ KAYBIWhere stories live. Discover now