"Anlamıyorsun ölmek üzeresin neden hala kabullenmiyorsun neden gelmiyorsun buraya sana yardım etmek istiyorum" Sesim, karanlık etrafı görmediğim yerde belki boşlukta yankılanıyor karşımda yüzünü seçemediğim, beyaz elbisesinin bir kısmı kan olan bir kız duruyordu. Yarası vardı, ayakta iki büklüm zor duruyordu. Her an düşebilirdi. Ona yaklaşmaya başladım fakat ben yaklaştıkça onun görüntüsü silikleşti. Olduğum yerde dizlerimin üstüne çöktüm. Etrafa tekrar baktım gözlerim artık puslu görüyordu. Her yer zifiri karanlıktı tek aydınlık nokta başımdan aşağı yansıyan kör bir ışıktı. Kafamı ışığa doğru kaldırdım, hiç bir şeyi seçemiyordum. Üşümeye başlamıştım. Bacaklarımda bir ıslaklık hissetmeye başladığımda, ellerimi dizlerime dokundurdum , puslu gören gözlerim sadece kırmızı bir sıvıyı seçebiliyordu. Görüşümü netleştirmek adına bakışlarımı kıstım. Karşımda kaybolan kız yerde kanlar içinde yatıyordu. Vücudundan akan kan hızla yerlere yayılıyor durmadan akıyordu. Biraz daha net görmek için çabaladım ancak başım çok dönüyordu. Kanın keskin metalik kokusu giderek midemi bulandırıyordu. Nefes alamıyorum. Bir ölü. Alan daralıyor. Kan. Daha çok kan. Çığlıklar. Kahkahalar. Göremiyorum. Çığlık attım duyulmadı. Boğuluyordum kurtaran olmadı. Kulaklarım çınladı içim daraldı ama son bir ses uzandı "Yıkım"...
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
Kütüphanede derin nefesler eşliğinde açtım gözümü. Bu kaçıncı kâbus bilmiyorum, artık saymayı bırakmıştım. İnsanların itici bazen gerici ve anlamsız bakışları bana döndüğünde, güçlükle ayağa kalktım. Yine aynısı oluyordu. Ayaklarım uyuşmuş ve tenim buz gibi olmuştu gerçi zamanla buna da alışmıştım. Çantama sakinleştirici almak için uzadım fakat ilacın kutusu boştu, bitmişti.
Sarsak adımlarla lavaboya doğru ilerledim. Sarı loş ışığa çevirdim bakışlarımı " ölmek üzeresin..." Kâbus da gördüğüm anlar gözümün önünde belirip tekrar kayboluyor dengem sarsılıyordu. Artık dermanım kalmamıştı uzun koridorda lavaboya bile gidecek gücüm kalmamıştı. Kendimi yere bırakacağım esnada bir çift el dirseklerimden tuttu. Saçlarını gördüm kahvenin en güzel tonu olabilirdi. Görüş açıma gözleri girdiğinde gümüş gözlerle karşılaştım. Ama sanki gözlerinin derininde bir ışık parlıyordu ya da şu an gözlerim iyi görmüyordu. Burnuma dolan kokusu çok hoştu ama ne olduğunu çözememiştim. Kendimi toparlamaya çalıştım fakat başaramadım
"Tamam, sakin ol iyi misin?" Durdum sadece gözlerine baktım lens miydi?
"Anlaşılan pek iyi değilsin" Biraz durdu ve içeriye doğru baktı, kokusu boynundan daha yoğun geliyordu oldukça da hoş kokuyordu zihnimde bu kokuyu hiç bir şeye benzetememiştim.
Beraber içeriye geldiğimizde bir sandalye çekti. Tanımadığım bir kız ise bana bir şişe su verdi, uyumuş ellerim şişeye yeltendiğinde gümüşlerin sahibi şişeyi benden önce aldı kapağını hızlıca açıp bana uzattı.
Koşturmaktan çok yorulmuştum, kaydıraktan inip bir oyana bir buyana koşturmaktan bütün gün durmamıştım
"Baba susadım ben" babam şişeyi bana uzattığında açamamış oflayarak şişeye bakıyordum. Babam ise bu hallerime gülüyor yine şişeyi o açıyordu.
"Baba suyu sadece sen mi açıyorsun, başkaları açamıyor mu? Yorulmuyor musun?" Minik ellerimde tuttuğum şişeye bakıp hevesle sorular soruyordum. Babam ise hiç sıkılmadan beni cevaplıyordu.
"Hayır, babaların hepsi açar çünkü" Kollarımdan tuttu beni omuzlarına aldı "Her babanın senin gibi küçük çocukları bütün gün parkta koşturup çok yoruluyormuş ve çok susuyormuş" Gözlerimin içi gülüyor, kahkahalarımın arasından tiz çığlıklar atıyordum.
YOU ARE READING
ACININ KAYBI
Novela JuvenilHayatının anlamını yitirmiş, kabuslardan önünü görmeyi bırakmış bir kızın kaybolan yıllarıydı. Kayıp, karmaşık olanların hayatı bu yazılanlar, söylenenler ve yaşananlar. Aden, yıllar önce ailesini kaybettikten hemen sonra Dani ile tanışır. Onu eğiti...