Evlerin duvarları ne kadar yaşlıdır bilirim. Her şeyi görüp bizzat şahitlik ederler. Keşke dili olsa da konuşsa şu duvarlar. Bir de ben dinlesem onları ne iyi olurdu. Ama eski evimi dinlemek istemezdim sonuçta her evin güzel anıları olmaz. Belki de olmasına izin verilmez. Ve yine bilirim ki evde yalnız, kimsesiz kalınca o duvarlar çok soğuk olur. Bu da hayatın oynadığı çaresizlik olur.
Hatırlıyorum elimdeki ilk temiz kanları. Bir Annenin çaresiz bakışları gibi, ölümün soğukluğu ile bakan bir Babanın, bastırdığı çığlığı gibi. Unutmuyorum bileklerimde ki ilk pis kanı. Bir ara sokakta, bir pisliğin dünyadan silinip gidişini. Çok kez yıkadım ellerimi. Kan tenime işlemeden gitsin istedim. İşlemedi ama izi kaldı. Acılar geçer sandım fakat sızısı kaldı...
Kapının önünde saatlerdir oturuyor ve düşünüyordum. Bir iki saat içinde ne değişti de şimdi göreve dahil edildim. Bilmiyorum. Dani anlaması zor biriydi. Benim ailemle ilgiliyse neden gidemiyorum bide anlasaydım daha iyi olabilirdi. Bana bir açıklama borçluydular. Keremin bir anda bu görev için gelişi de dikkat çekiyordu. Ama ben neden en başta dahil edilmemiştim? Kapının önünden kalktım ve içeriye yöneldim. İçerisi feci dağınıktı ama halim hiç kalmamıştı. Ve komşulardan hiç ses gelmiyordu.
"Bence iyi bir uyku çekebilirim" diye mırıldandığımda pijamalarımı giydim ve mutfağa girdim. Bir bardak su alıp bar taburelerinden birine oturdum.
"Teşekkürler komşular" Sudan bir yudum aldım daha fazla içemeyince, bardağı tezgaha koydum. Sakince yatağıma uzandım.
"Bıktım senden Allah'ın cezası nereden geldin bide leş gibi içmişsin be adam!" Gözlerimi açtım ve sıkıntıyla nefes verdim.
" Maşallah dediğim iki dakika yaşasa şaşardım zaten"
********************
"İyileştin mi?" Bir adım ileri gittiğimde oda geri gitti. "Duyabiliyor musun?" Kafasını ağır,ağır salladı. Kanlar içinde olan beyaz elbisesi tertemiz ve eskisinden daha da parlak görünüyordu. Fakat yüzü... Yüzü neden görünmüyor? Neden göremiyorum? "Seni göremiyorum sen beni görüyor musun?" Kafasını tekrar salladı bakışlarımı etrafa çevirdim burası karanlıktan aydınlığa çıkamıyordu bir türlü. Siyah ama çok güneş yok. Kimse yok. Tepemdeki loş ışık yanıp sönmeye başladığında gür bir çığlık koptu. Kıyamet miydi yoksa? Kulaklarımı tıkadım sesten canım yanıyordu çok ince ama ağır bir çığlık. Kasırganın kavurduğu acılar çığlıklar da saklıydı.
"Yaşanmışlıklar... Ve yaşanamayanlar. Geleceğe dair her şey olan fakat hiçbir şey olmayan" Bu cümleyi henüz on beş yaşımda yazmıştım okulda çok arkadaşım yoktu fakat çatı katında oturduğumda yanıma gelen çocuk dinlemişti beni. Cevap vermedi ama dinledi. Onu hep görürdüm şapkası örtük elinde tuttuğu küçük bir defter ve şeftali suyu hep yanında olurdu. Ben ise şeftaliyi hiç sevmez, aksine şeftaliden kaçan biri olmuştum. Koyu kahve saçları ve simsiyah gözleri vardı. Kulağındaki küpesi ara sıra değişirdi çoğunlukla gümüş renkli, kulak memesi ve kıkırdak arasına uzanan zincirli bir küpe takardı. Ama garip biriydi fark edilse okulun popüler çocuklarından olabilirdi. Öğlen aralarında görürdüm onu çatı katında oturmuş, o küçük deftere bir şeyler yazarken şeftali suyunu yudumlardı. Çok erken gitmişti okuldan daha doğrusu ortalıktan kaybolmuştu başka bir okula gideceğini söyleyerek ayrılmıştı. Barın. Onun hakkında tek bildiğim buydu. Sadece ismi. Fakat o gittikten sonra hiç görüşmedik hiç de karşılaşmadık. Onunla tanışmamız bile garip olmuştu fakat bana söylediği cümle, o zamandan beri aklımdan hiç silinmemişti.
YOU ARE READING
ACININ KAYBI
Teen FictionHayatının anlamını yitirmiş, kabuslardan önünü görmeyi bırakmış bir kızın kaybolan yıllarıydı. Kayıp, karmaşık olanların hayatı bu yazılanlar, söylenenler ve yaşananlar. Aden, yıllar önce ailesini kaybettikten hemen sonra Dani ile tanışır. Onu eğiti...