Sabah gözlerini açtığında karşısında gördüğü tek şey, kapalı bir hava, kutu tabirince adlandırılan rutubetli bir odanın duvarıydı. Uyanmak kadar zor bir şey yoktu. Kendine geldi. Sadece yüzünü yıkadı ve aşağı hole gidip kahvesini alıp, tekrar odasına çıktı. Kimseye yük olmak istemezdi. Derin düşüncelerle dışarıda yağan karı seyretmeye başladı. Önünde duran kağıda, kafasının estiği, dün gece uykuya dalacakken kurduğu o hikayenin bir bölümünü yarım yamalakta olsa aktardı. Kahvenin bayatlığı, kaldığı yerin kalitesini gösteriyordu. Giyindi ve atkısını boynunu sıkıca saracak şekilde takıp, otelden ayrıldı. Sokakta eski polis memuru Fatih'i görüp selam verdi. Fatih beyaz sakallı, saçları ağarmış, uzun boylu, yüzü sivri, kalın kaşlı, sert ve sinirli bakışları olan bir adamdı. Yürüdü, yürüdü, bitmek bilmeyen yokuşu sonunda tamamlayıp, rahatça diğer yokuştan indi. Karakterimiz Çağan, kendisine lise yıllarında çok sevdiği sevgilisinin ona "Ç" adında mektuplar yazmasıyla bu adı kullanır olmuştu. Çarşının ortasındaki esnaf Ömer'in yanına uğradı. İçeri girip Ömer'i sordu. Çırak ustasının iki dükkan yanında olduğunu belirtti. Ç oturdu. Demli çayını istedi.
BÖLÜM 2
- Nerdeydin?
- Efendim, sana da günaydın. Hoşgeldin, Ç bey.
-Bırak sosyetik ağzı.Bulabildin mi?
-Nerde? (uzatarak)
-Zaten belliydi böyle olacağı. Paltolar gelmedi mi hâlâ? Hani şu istediğimden.
-Geldi geldi. Oğlum, getir oradan Çağan abinin paltosunu.
-Duydun mu olanları?
- Duydum, duymasına da boş laflar bunlar, Ömer'im. Onlar da o yürek nerde gezer. -Akıllı adamsın, okumuş olan sensin.
-Okuduk diye her şeyi bilemeyiz ya, Ömer efendi.
-O ihtilalinin yaşanması yaşanılır, akla getirilir bir şey değil. Hele umulması bile çok zor.
-Hayırlısı neyse bileni büyüktür, yorma kendini sen, Ömer efendi.
Ç paltoyu poşete koydurup dükkandan ayrıldı. Ne zaman çarşıya yolu düşse çayhaneye uğrar. Orada çayını içer, ardından öğle yemeği için meşhur Beytullah Ustanın köftecisine gider, yemeğini yerdi. Hava kapalı ve karın hızı bir türlü dinmemiş, kendini otele attı Ç. Otelin girişinde apart sahibi Memduh Bey'i gördü. Memduh Bey, bir kızı ve eşiyle apartta, kendisiyle beraber ailesine ayırdığı büyük oda da kalıyordu. Şişman yapısı, ortadan hâlice boyu, kısa, kalın parmaklı, ince tel tel sakallı 56 yaşında biriydi. Ç'yi görünce selam verdi. "Akşama bizdesin. Ha, unutmadan, şarap mı içersin yoksa rakı mı?" diye sordu. - "Şarap, Memduh Bey."
Ç, Memduh Bey'in katına indi. Kapı her zaman ki gibi açıktı. İçeriden Ümit'in sesi geliyordu: "Baba, hadi sofraya." Ç içeri girdi, Ümit'e selam verdi. Sıkıca sarıldı, boynundan öpüp derince kokladı. Memduh Bey'e selam verip odaya geçti, daha sonra Memduh Bey'in eşi Dilber Hanıma selamını verip sofraya oturdu. Dilber Hanım, Memduh Bey'den tam 10 yaş küçüktü. Köylü bir ailenin kızıydı. Memduh Bey'le üç inek karşılığı evlendirilmişti. Parlayan elmacık kemikleri, dolgun yüzü, köşeli çene hattı olan, ince kaşlı, zeytin gözlü bir hanımdı. Boyu, Memduh Bey'den de biraz uzundu. Ümit, kaseye koyduğu çorbaları masadakilerin önüne teker teker yerleştirirken, Memduh Bey, Ç'ye bir şeyler anlatmakla meşguldü: - Duydun mu olanları?"
-Duydum, Memduh Bey." -Ne olacak? Bu hal, ne olacak bu şehir? Düşünen var mı?"
- Memduh Bey, bunlara inanmayın. Gazetede çalışan arkadaşlar söyledi bugün. Yalanmış bu söylenti. Belediye başkanlığı seçimi yaklaşıyor, bundandır bu olaylar."
- Bilemedim doğrusu. Kahvede tüm gün bunu konuştu herkes."
- Dedim ya, Memduh Bey, sadece söylenti. Bu ülke, bu şehir, bu ihtilali ne kaldırır, ne de yapılmasına izin verir. Ayrıca ihtilal öyle önceden söylenip de 'biz bunu yapacağız' denip ortaya atılmaz.
-Haksız mıyım?"
- Haklısın valla.
Ümit, Hadi kızım, gel artık. dedi. Tüm yemekleri masaya koyduktan sonra, yemeğe Memduh Bey'in Afiyet olsun demesiyle başlandı. Ümit, 27 yaşında üniversite eğitimini yarıda bırakmış bir edebiyat öğrencisiydi. Kumral renk saçları, soluk beyaz teni, çekik ve yuvarlak gözleri, uzun kirpikleri, çok küçük eğriliği olan güzel bir burnu, ince dudakları, ince belli, orta boylarda olan Memduh Bey'in güzeller güzeli kızıydı. Ç ile aralarındaki ilişki, İstanbul'da öğrenirim görürken bir barda tanışarak başlamıştı.
Memduh Bey, yine siyasi bir piyese dalmış, siyah beyaz ekranda yine bir tiyatro sahnesi izliyor, bir yandan rakısını içip kahkalar atıyordu. Dilber Hanım, kocasının yanında oturuyor, Ümit için örgü bir kazak işliyordu. İlerleyen saatlerde Ç, Memduh Bey'in de müsadesini isteyerek odasına çekildi. Önceden haber verdiği gibi Ümit gece odasına geldi. - "Neden geciktin?"
-"Babam bir türlü uyumak bilmedi. Emin olamadım ben de.
-"Uyuyordur umarım şimdi."
- "Evet, evet, uyuyor, merak etme. Çok özledim seni. Bugün neredeydin?"
- "Çarşıya uğradım, ardından işlerimi halledip kahveye gittim."
-Beni öpünce yine heyecan ve ateş bastı, zor tuttum kendimi.
"Ç, Ümit'in sıcak nefesini boynunda hissediyor, ama tepki vermiyordu. Yine "Lidya Krizi" adını verdiği o nöbetini geçirecekti. Ümit ile Ç seviştikten sonra, Ümit son kez sarılıp onu öptü ve odayı terketti. Ç yalnız kaldığı ilk an hemen çok sevdiği not defterinin kalın kapağının arasından Lidya ile olan resimlerini çıkardı. İzledi, izledi ve izledi. Ona bakmaya doyamıyordu. Gözleri dolmuş bir şekilde sigarasını ağzına aldı ve yaktı. Pencereden yağan karı izledi, sigarası bitene kadar. Ardından resmi öpüp yerine koydu, yatağına girip Lidya'yı düşünerek uyumaya çalıştı.
* BÖLÜM 3
* Ç, birden yatağından kalkıverdi, kapısı çalıyordu. Kapıyı açınca karşısında bakkalın çırağını gördü. Gazeteyi aldı, kapısını kapatıp yatağına geçti. Yorgun hissediyordu. Kapıyı tekrar açıp, "Selim, bana bir kahve, sade olsun." dedi. Sigarasını yaktı ve gazeteyi okumaya başladı. Selim kahveyi getirince gazeteyi masaya koydu, yağan karı izleyerek manzara eşliğinde kahvesini içti. Giyinip kahvaltı için Ümitlerin odasına ilerledi. İyi bir kahvaltı yaptıktan sonra dışarıya çıktı. Tren garına gitti, biraz orada oturdu, elinde not defteri, hikayesi için bir şeyler yazıyordu. Çayhaneye doğru gitmek için tren garından ayrıldı. Oradan ayrılırken derin bir sızı hissetti. Karnının ortasında bir acı onu tekmeliyordu. Buruk yüreği, solgun yüzü ve şişmiş gözleriyle yoluna devam etti. Kaldırımda yine bir çift gördü, içi acıdı, gözleri doldu, yine aklına Lidya ile olan anıları geldi, bir türlü unutamıyordu, yıllar geçmesine rağmen. İçinde bir sızıyla çayhaneye girdi. Demli çayı masaya gelince etrafını süzdü, çayını içmeye başladı. Önündeki masada oturan gençleri gördü. Küfürler ederek bir kağıt oyunu oynuyorlardı. Ç, onları izlemeye dalmıştı. O sırada Veli gelmişti. Veli bir gazeteciydi. Babasıyla ve dayısıyla çalışıyor, her gün haber toplamak amacıyla dışarı çıkıyor, işi bitince çayhaneye uğruyordu. Ç'yi görünce masasına gitti. Müsade alıp oturdu.
- "Nasılsın, Veli?
- İyi diyelim, iyi olsun, Çağan Bey. Sizler nasılsınız?
- "Bir sızı, bir sancı eski günleri yad etmekten, mutsuzluğa ve umutsuzluğa kapıldım.
- Aşık olduğun biri miydi?"
-Değildi, Veli. O hayatımı adadığım, veya benim öyle gördüğüm biriydi.
-Neden olmadı o zaman?
- Üşüyorum, Veli, gitmem gerek.
Tuhaf bir biçimde masadan kalktı. Sanki onu bir şeyler kovalıyormuş da acilen bir yere saklanması gerekiyormuş gibi koşuşturuyordu. Her zaman olduğu gibi buraya geliş amacı neydi bunu unutarak davranıyordu Ç. Bir süredir kendi içinde yaşadığı varoluşuna dair sancıları, günden güne artıyor, bir türlü buna çare bulamıyordu. Bunun kendine bir yararı yoktu, aksine onu mahvediyordu. Ümitle ne kadar süre böyle devam edebilirdi ki? Kendisi bile bu olaya karşı ne tutumda olabilirdi? Hayır, hiçbir şey bilmiyordu. Her zaman olduğu gibi sıkılmış ruhunun bir kenarda köşesinde Lidya'ya olan hasretini güdüyor, aklından bir an olsun onu çıkarmıyor ve özlüyordu. Öyle ya, büyük bir aşkın bedeli büyük özlemler olurdu, Ç bunu aşk'a dair olan mottosu yapmıştı. Zavallıca diye adlandırdığı aşk perdesinin kapanışı gözlerinin önünden gitmiyor, her yerde onu arıyor, her yere soruyor. Boş duvarlar cevap verebilir olsaydı, emin olun saatlerce konuşurdu. Hikayemizin ne gibi bir draması olurdu düşündüğümüzde, bitmemiş ama yarım kalmış bir aşk ikilemi olabilir, aslında bitmişte olabilirdi, Çağan bunu düşünüyordu, bu bir son muydu? Yoksa başlangıç mıydı?
BÖLÜM5
* Ç kendini otele attı. Nefes nefese kalmıştı. Oysa ki onu bu duruma getirecek bir şey yapmamıştı. Yukarıya odasına doğru çıkarken Ümit bir anda karşısında belirdi. Donuk bir şekilde baktı. Cevabını veremeyeceği ya da vermek istemediği şeyler soracaktı kesinlikle, hemen onu atlatıp yatağına gitmek istiyordu; ondan soğumuş ve tiksinmişti, nedeni ise hiçbir şeydi.
-Çağan, neredeydin? Niye benimle çıkmadın? Kahvaltıda yoktun, neler oluyor sana?
- Bir şeyim yok, sadece yorgunum, uyumak istiyorum. Tabi müsade edersen.
Ümit bu sözlere o kadar kırılmıştı ki, bir insanın merak konusu olunma durumu kötü müydü? Acaba Çağan neden böyle davrandı? Dün gece aklına geldi, bir sorun yok gibi görünüyordu veya vardı da Çağan bunu gizliyordu. Bir şey demedi, önünden çekildi ve Çağan'ın odasına geçmesine izin verdi. Dışarıya çıktı.
Odasına varınca defterini çıkardı. Lidya ile olan resimlerine baktı, derin bir nefes alarak, "Buradan gitmeliyim, hem de hemen." diye söylendi. Kafasına koyduğu her şeyi yapardı. Radikal kararlarda pek bi ustaydı. Evet, evet, hem de bugün, hatta hayır yarın sabah çok daha iyi olacak, evet.
BÖLÜM6
Akşam yemeği için Ümitler'e gitmişti. Memduh bey özel olarak çağırmıştı çünkü. İtiraz etmeden teklife icap etmek istediğini Memduh beye iletti. Yemek için her şey hazırdı. Sofraya oturdu, Memduh beyin afiyet olsun demesini bekledi. Bu ona ailesinden gelen bir özellikti. Küçük yaşlarda babası, evin reisi şöyle yapar böyle yapar, adap ve edep konusunda takıntılı özelliklerini her zaman söylerdi. Yaş 35 ama hala küçük Çağan gibiydi sofrada. Sonunda afiyet olsun sözünü duydu. Ümit harika yemekler hazırlamıştı, büyük bir iştahla yemeğini yedi.
- Ee, Çağan, anlat, nerdeydin bugün?
- Dışarıya çıktım, Memduh bey. Çayhanedeydim tüm gün, başka bir şey yapmadım açıkçası.
- Neden seni göremedim ben de, tüm gün oradaydım?
- Bazen görünmez oluyorum, Memduh bey, ondandır herhalde.
- Memduh bey güldü (bıyık altından), Yaa, öyledir, öyledir.
-Sizler nasılsınız?
Konuyu dağıtmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ümitin bakışları üstünde ona ağırlık yapıyordu. Omuzları bu bakışlardan dolayı gittikçe çöküyordu, kafasını kaldırıp bir an olsun "Yeter, bakmayı kes." demek istiyordu ama başaramadı. Sessiz kaldı. Susmak, onu bu yükten alıkoyacak diye düşünüyordu. Ama yanılıyordu, daha da ağırlaşacaktı her şey.
-Yemeğini yedikten sonra bir anda müsade isteyerek odasına çıkmak için ayaklandı Ç.
- Nereye? Bi çay içseydin, Çağan.
- İnce teklifinizi bugün reddetmek zorundayım, Memduh bey. Yorgunum, kusuruma bakmayınız.
- Hasta değilsin inşallah, neyin var?
- Bugün soğuktu, sanırım. Ha bir de çok yürüdüm, ayaklarım üşüdü, malum halsizlik yarattı üstümde. Dinlenirsem sabaha kadar bir şeyim kalmaz.
-Bir ihtiyacın olursa çekinme sakın, Çağan. Geçmiş olsun, müsade senin.
Ç, konuşma sonrası ne Ümit'e ne de Dilber Hanım'a tek bir söz söylemeden yukarıya odasına çıktı. Odanın kapısını zar zor açtı, ruhu o kadar sıkılmıştı ki, darlandığı çok belliydi, sanki o an ölse bu hislerden kurtulacaktı. Kapıyı açar açmaz kendini yatağa bıraktı. Bir süre boş boş tavanı seyretti. Sigara içmek için masaya yöneldi. Odasına çıkarken Selim'den kendisine bira almasını istemişti. Sipariş gelmişti. Tuzlu Antep fıstığı ve buz gibi bira, çok sevindi. Ç, bu duruma iştahla içmeye koyuldu. Aradan 2 saat geçmişti, bira üstüne bira içiyor, Selim bir an olsun boş durmuyordu. Artık son vermesi lazımdı, elleri yüzü uyuşmuş, sarhoş olmuştu. "Artık uyumam gerek." diye söyleniyordu. Yerinden kalktı, tam yatağına uzanacaktı ki otelin önüne bir araba yanaştı. Gözlerine inanamadı, yoksa o muydu?
BÖLÜM7
![](https://img.wattpad.com/cover/361177546-288-k22268.jpg)
YOU ARE READING
Ver Elini Sona Gidiyoruz
Ficção AdolescenteBu bir son muydu? Veya nereye gidiyorduk?