Bölüm 3

4 3 0
                                    

Gidebildiğim en yüksek hızda eve giderken içimden babamın daha eve gelmemiş olmasına dair dualar ediyordum. 

Anahtarımla kapıyı açtım ve sessizce içeriye girdim. Babamın anahtarını anahtarlıkta göremeyince rahatlayarak derin bir nefes verdim. Babam henüz eve gelmemişti. Saate baktım. İlk dersin başlamasına yarım saat vardı. Üstüm başım kan olduğu için duş almamı ve hazırlanmamı hesaba katarsak ilk derse yetişme ihtimalim yoktu. En azından ikinci derse yetişebilmek için hızlıca banyoya doğru ilerledim. 

Üzerimdekileri çıkartmaya başlayacakken üzerimdeki Buğra'nın kazağını fark ettim. E bu bende kalmıştı. Nasıl geri verecektim ki? İçimden bir ses kazağı geri verme bahanesiyle onunla tekrar görüşmem gerektiğini söylüyordu ama o sesi hızlıca duymazdan geldim ve kazağı kendimden beklemediğim bir özenle üzerimden çıkarttım. 

Buğra'nın kazağını çıkarttıktan sonra üzerimde kandan sertleşmiş tişörtüme yüzümü buruşturarak baktım. Buğra tişörtümü çıkartmamıştı. Bir yanım beni tişörtümü çıkararak özel alanımı işgal etmediği için ona minnet duyarken diğer yanım dikiş atmak için zaten yeteri kadar şeyi gördüğünü söylüyordu. Bu düşünce üzerinde daha fazla kafa yormamaya karar vermemek kanlı tişörtümü ve pantolonumu top haline getirip daha sonra çöpe atmak için banyo dolabının arkaların sakladım. Babamın bu kıyafetleri görmemesi gerekiyordu. 

Yaramın üzerini kapatarak sıcak bir duş aldım. Sıcak su saçlarımdan ve vücudumdan akıp giderken gerilmiş bütün sinir uçlarımın tek tek rahatladığını hissettim. Duşumu kısa tutarak banyodan çıktım ve olabildiğim kadar hızlı olarak okula hazırlandım. Gece yaşanan çetin çatışmayı belli eden göz altımdaki morlukları kapatmak için ise makyaj yapmak zorunda kalmıştım. 

Daha fazla geç kalmamak için otobüs yerine taksiyle okula vardığımda ilk ders bitmiş ve herkes teneffüse çıkmıştı. İyi, en azından planladığım gibi ikinci derse yetişmiştim. Okula girince yine üzerime dikilen bakışları görmezden gelerek sınıfıma doğru ilerledim. En azından düne göre daha az dikkat çekiyordum.

Sınıfa vardığımda Mert'i -yine- kafasını sıraya yaslamış halde buldum. Geldiğimi belli etmek amacıyla hafif öksürüyor gibi yaptım ve çantamı onun üzerinden sıramın üzerine attım. Mert hışımla kafasını masadan kaldırdı. 

"Noluyo la- Papatya! Geldin mi?!"

Gözlerimi devirdim. Bu çocuğun gereksiz yükselişleri beni öldürüyordu. "Oradan bakınca belli olmuyorsa tekrar geleyim."

"Hayır hayır hiç gerek yok!" dedi aniden ayağa kalkarak. "Geç otur."

Dikkatlice Mert'in sırasından geçtim ve kendi sırama oturdum. Mert ise yanımda durmuş dik dik bana bakıyordu. İçimden gelen onu tersleme isteğine karşı koyamadım. "Ne var?"

Benim konuşmamla beraber bir anda dudağını büktü. "Hiç gelmeyeceksin sandım." dedi ağlamaklı bir ses tonuyla.

Saçma. "Neden gelmeyeyim ki?"

"Ne bileyim... Dün öyle çalışkan kız havası verince öylesine okulu ekmezsin, bir sebebin vardır diye düşündüm. Ama geldin!"

"Gören de senin için geldim sanacak." Sesimdeki küçümsemeyi görmezden geldi.

"Olsun sen geldin ya, o bana yeter."

Kafamı sağa sola sallarken gülümsememe engel olmadım. O ise beni güldürmenin zaferiyle- ve hocanın girmesiyle- önüne döndü. Hayret! Bugün sıraya başını koymamıştı. Sanırım dersi dinlemeye değer bulmuştu.

Öğle arasına çıktığımızda Mert çok özür dileyerek sabah ben gelmediğim için arkadaşlarına söz verdiğini söylemişti. Erkek adam asla sözünden dönmez tarzı bir şeyler zırvalarken arkadaşları geldi ve Mert'i yanımdan götürdüler. İki kişi Mert'in koluna girmiş onu sürüklerlerken, "Papatya!" diye bağırdı. "Merak etme! Geri döneceğim!" Geri dönüp dönmemesi umrumda değildi ama arkasından gülümseyerek elimi salladım. Tamam kabul. Biraz acımasız olabilirdim. 

KAN VE GÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin