Dosya 2: Benlik

1K 32 15
                                    

Merhabalar,

Bir minnoş uzun bir bölüm oldu, umarım sıkılmazsınız.

Efe ile Tuğçe'yi yazmak zor çünkü çok derinden tanımıyoruz karakterleri henüz.

Bazen de Tuğçe'nin gençliğini, Efe'nin özgüvensizliğini unutuyoruz bir şeyler hayal ederken onlar için. Elimden geldiğince bunları göz ardı etmemeye çalışacağım.

Umarım beğenirsiniz.

Sürç-i lisan ettiysek affola!

**********************************************

Masadan nasıl kalktı bilmiyordu Efe. Bedeni sanki kaçması gerektiğini beyninden önce anlamış, karşısındaki kadın hayatıyla ilgili korkunç şeyler anlatırken aklı çoktan kapatmıştı kendini.

Kafenin kapısından dışarı adım attığında alamadığı nefes sendeletti Efe'yi. Yüzüne vuran sert rüzgar hafifletemedi göğsünün ortasındaki yangını. Derin bir nefes almaya çalıştı, düğüm oldu solukları. Zaman durmuş, hayatının bütün akışı bir anda yerle bir olmuştu. Etrafındaki sesler çok uzaktan geliyor, kulaklarındaki uğultu ana dönmesine engel oluyordu.

Güçlükle de olsa dengeledi kendini. Arabasına gitmesi lazımdı, yapabileceği tek şey kaçmaktı bu acıdan. Uzaktan telaşla üç kişi geldi Efe'ye doğru. Gözleri baktı ama aklı gibi donup kalan gözyaşlarından çok da anlamadı. Koskoca bir okyanusun içinde dalgaların üstünde tutmaya çalışıyordu sadece başını.

Eren'in omzuna değen eli, şefkatli sesi bir nebze olsun şu ana kilitledi Efe'yi,

"İyi misin aslanım?"

Cevap verecek cesareti yoktu. Eğer açarsa ağzını ne çıkacağını bilemedi Efe ama yalan söyleyecek gücü de yoktu. Hiç bakmadı baş komiserin suratına, sadece hayır anlamında belli belirsiz, tutuk sallayabildi başını arabasına doğru ilerlemeye devam ederken.

Arabanın kapısını açmadan önce nefes almaya ihtiyacı vardı. Sağ elinin yumruğu indi önce arabanın tavanına sonra yasladı başını iki büklüm kalırken yumruğunun üstüne. Hayatı boyunca yalnızdı Efe. İlk gençlik yıllarında çok hesaplaşmaya çalışmıştı ona dağıtılan bu kader kartıyla. Annenin babanın kim olduğunu bilmemek, kendini bilmemekti çünkü. Benliğini aramak manasız gelmişti. Başkaları belki öfkeye sarılırdı ama o kitaplara, çalışmaya sarılmayı tercih etmişti.

Öfkesi yok muydu? Vardı tabii, çok hem de! Ama derinlere gömmeyi başarmıştı. Çalıştıkça, başarılı oldukça kendine bir kimlik yaratmış bu kimliğe de inanmıştı. Hukuk fakültesinin sabahlatan sınavlarına hazırlanırken, ara verip yatağına uzandığında kurmuştu hikayesini. Bir kısmı okuduğu örnek vakalardan bir kısmı gecelerini verdiği romanlardan.

Annesi mecbur kalmış, zor hayatı olan bir kadındı. Oğluna da aynı kaderi yaşatmak istememiş, belki daha iyi imkanları olur diye terk etmişti sevgi yurduna. Babasının o kadar büyük geçim dertleri, yaşamla mücadelesi vardı ki fark etmemişti bile yokluğunu. Zaten böyle bir evde büyümektense bir şeyler başarabileceği sevgi evinde olmak daha iyiydi dimi?

Savcılık sınavlarından sonra ilk atandığı yerin İstanbul olmasını da hayatın bir kez olsun ona şanslı gelmesi olarak yorumlamıştı. Göreve başladıktan anca altı ay sonra cesaret edebilmişti sevgi yurdundaki dosyasına bakmaya. On sekiz yaşına bastığında vermişlerdi dosyayı ama aramak istese bile o gücü olmadığını bildiğinden belki, kapağını açmamıştı hiç. Açtığında da neredeyse hiçbir bilgi bulamadı zaten. Ne annenin adı, ne babanın. Hastalıkları bile yazmıyordu. O gece çok zor geçmişti Efe için ama ertesi sabah gün aydığında kendi hikayesine daha çok inanmıştı.

Bir  Başka Adliye ArşiviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin