İyi okumalar.
.
.
.
.11 yaşlarında bir çocuktum ailemden koparılıp bu saraya getirildiğimde. Küçük değil mi? Bence de öyle. Bir çocuk için bence hayatı yeni yeni kavradığı bu yaşlarda ailesinden koparıp bir saraya tıkmak o çocuğu kötü etkileyebilirdi ya da benim gibi hiçbir işi beceremeyen biri hâline gelebilirdi.
Aileme gelecek olursak eğer, ailem pek zengin değildi. Küçük bir ev ve sıska bir inekten başka bir şeyimiz yoktu. Ah bir de tavuklarımız vardı tabii. Tavuklar dediğime bakmayın 2 tane falandı işte. Babam oduncuydu bu yüzden köyden uzakta ormanın içinde yaşardık. Odundan çok kazanamadığımız için kömür satmaya da başlamıştık. Annem ve ben, babam odun keserken biz köye inerek odun satardık. Yaşamımız bu şekildeydi. Pek fazla heyecanımız yoktu yani.
Bir gün bahçede tavuklara yem verirken gelen askerleri görünce içeri girip annemleri aradım. Sürgülü kapıyı araladığım an annem ve babamın ölü, kan içinde kalmış bedenlerini gördüm.
Ben şoku atlatamadan askerler koluma girdi ve beni sürükleyerek götürmeye başladı. Gıkımı çıkaramamıştım. Askerlerde şaşırmıştı benim bu kadar sessiz olmama.
Atın üstünde, ellerim bağlı, sessiz bir şekilde giderken atın bir anda durmasıyla dengemi sağlayamayıp attan düştüm.
Askerler yakamdan tutup beni kaldırarak bir gemiye doğru ittirmeye başladı. Şimdi fark ettim de biz bir limana gelmiştik.
Gemiye bindim ve benimle beraber bindirilen diğer çocuklara baktım. Hepsinin de mi aileleri öldürülmüştü benimkiler gibi?
Arkamdan birinin ittirmesiyle düşüp başımı yere çarptım ve derin nefesler alarak etrafa baktım. Etrafımda oturan çocuklara bakarak doğruldum ve oturup sırtımı geminin tahta direğine yasladım.
Neden ailem öldürüldü? Neden buraya getirildim? O askerler kimin askeriydi? Çocuk aklımla bir sürü şey düşünüyordum.
Gemiyle uzun bir yolculuktan sonra nihayet durduk ve askerlerin bizi itiştirmesiyle gemiden indik.
20-25 tane çocuk ellerimiz birbirine bağlı bir şekilde yürüyorduk.
Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu ama iyi bir yer olduğunu düşünmüyordum.
Kocaman bir saraya getirilmiştik. Bizi giriş kapısından sokup askerlerin talim yaptığı büyük bir alana geçtik.
"Sizler yakında burada eğitim göreceksiniz."
Yanımdan oldukça kaliteli kumaşlardan yapılmış olduğu belli olan kıyafetiyle biri geçti. Anlaşılan burada mertebesi yüksek biriydi.
Kısacası yaşadığım krallığın sarayına getirilmiştim yani başkentteydim.
Acemilerin kaldığı yere getirildiğimizde sıraya dizildik ve bize kuralları anlatmaya başladılar.
Kurallardan sonra dinlenmemiz için yer yataklarında gönderildik. Yarın talimimiz başlayacaktı.
Ertesi gün sabah erkenden kalktık ve ilk gittiğimiz talim alanına götürüldük.
Elimize tahta kılıçlar verildi ve eşleştik. Kılıcı nasıl tutacağımı anlamaya çalışırken sırtıma yediğim darbe ile arkamı döndüm ve bana vuran kişiye baktım.
Saçları kazınmış benden daha yapılı ve korkutucu görünümlü bir çocuktu.
"Hadisene ne bakıyorsun!?"
Etrafıma bakıp benden başkasıyla konuşmadığını anlayınca ona döndüm.
"Dilini mi yuttun? Talim başladı, saldır yoksa kırbaç yersin."
"Ama ben bilmiyorum nasıl yapıldığını."
"Dinlemedin mi yoksa? Bak bu şekilde tutacaksın."
Bana gösterdiği gibi tutmaya çalıştım ve bize dendiği gibi dövüşmeye başladık.
.
.
.
.Getirilişimin üzerinden birkaç hafta geçmişti ama ben hâlâ askerlik ile ilgili hiçbir şeyi beceremiyordum. Ne kılıç tutabiliyordum ne ok atabiliyordum ne de başka bir şey. Her yanlışımda da dayak yiyordum. Bu nedenle "beceriksiz" lakabını almıştım bile.
.
.
.
.Asker ocağında hayatta kalamazsın zaten sıska bir şeysin saçını uzatsan kız sanarlar diyerek benimle alay ettiler ve cariyeler koğuşuna gönderdiler.
Orada da tek erkek bendim. Kızların arasında cariyelik eğitimi alıyordum. Benden yaşça büyüktüler. Tamam öyle çok büyük değildiler ama yine de benden büyüktüler.
İlk dersimiz başın üzerinde tabak taşımaydı. Bir cariye zarif, narin ve adımlarını dikkatli atmalıymış.
Bir tane tabağı taşıyarak yürümeyi başarmıştım. İkinci tabakta da sıkıntı yaşamamıştım ama ikinci tabaktan sonra başımın üzerine üç tabak daha konulunca tabakların hepsini kırmıştım. Bu yüzdende yine dayak yemiştim.
Nereye gitsem dayak yiyecektim herhalde. Ne kadar vasıfsız olduğumu hatırlattı bu saray bana.
Derslerin bitimiyle yataklara gönderildik. Tabii ki burada da beceriksiz ilan edilmiştim.
Yastığımın altından kalfadan aşırdığım kağıt kalemi çıkardım ve çizim yapmaya başladım.
Çizim yapmak benim iyi hissetmemi sağlar ve beni sakinleştirirdi. Akli dengem hâlâ yerinde ise bunun sayesindeydi. Çizim yapmak herhalde tek yeteneğimdi. Çünkü ne zaman bir işe kalkışsam yüzüme gözüme bulaştırıyordum.
Ben çizime odaklanmışken kalfa gelip kulağımı tuttu ve çekerek beni yataktan kaldırdı. Diğer cariyeleri uyandırmamak için fısıldayarak konuşuyordu.
"Ne yapıyorsun bakayım sen orada öyle?"
Kağıdı alıp inceledi ve gülümsedi.
"Demek bir maarifetin var? İyi bakalım, uyu şimdi sabah seni bir yere götüreceğim."
Kulağımı bırakıp elinde çizimimle gitti. Ben de yatağa geri uzanıp gözlerimi kapattım ve uykuya dalmayı bekledim.
.
.
.
.Sabah olduğunda kalfanın sesi ile uyandım ve kahvaltımı yaptıktan sonra kalfa önde ben arkada sarayın koridorlarında yürüyorduk.
Beni bir odaya getirip içeri soktu. Etrafa baktığımda her yerde çizimler, tuvaller ve boyalar vardı.
"Jong Hyun Efendi kolay gelsin. Size yeni bir yetenek getirdim. Onu al kendi bildiğin gibi yetiştir artık senin çırağın. Pek konuşmaz ama bence yanında harika bir çırak olacak."
Jong Hyun Efendi dediği kişi bana bakıp beni tepeden tırnağa kadar süzdü. Açıkçası korkutucuydu.
"Öyle mi? Gelsin göstersin bakalım yeteneğini."
Kalfa elinde tuttuğu çizimimi Jong Hyun Efendi'ye gösterdi. Jong Hyun Efendi çizimimi iyice inceledikten sonra gözlerini tekrar üzerimde gezdirdi.
"Pekâlâ iş görür."
"Oh çok şükür. Haydi bakalım size kolay gelsin."
Diyerek çıktı ve beni Jong Hyun Efendi ile baş başa bıraktı.
Jong Hyun Efendi yanıma gelerek elini omzuma koydu ve beni oturtarak önüme tuval ve boya koyarak bir fırça aldı ve bana uzattı.
"Al bakalım."
Fırçayı aldım ve boyaya batırıp tuvalde gezdirerek resim çizmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Incompetent Painter
FanfictionJeon Jeongguk, küçük yaşında ailesinden koparılarak saraya, resim ustasının yanına çırak olmuştu. Çizimlerini geliştirmeye çalıştıkça ustası beğenmiyor ve her yaptığı çizimi yırtıyordu.