İLK SAYFA: YILDIZLARIN LANETİ

22 1 0
                                    

Savaşta doğan her çocuk yıldızlardan mahrum kalır.

Tanrı, Adem ve Havva'ya şeytana, yani yılana uyup bilme ağacından yasak elmayı yememelerini söyledi. Tanrı'nın katı kuralları yoktu, yalnızca bir elmayı yememek ne kadar zor olabilirdi ki? Kim Cennete sahipken kovulmak isterdi? Tek bir elmanın yaptıkları Lilith'e ne kadar keyif vermiştir diye düşündüm, sustum. Bir yerde okumuştum; susmakta suçtu bazen. İnsan hayatın bir çok yerinde sessizliğe bürünürdü. İnsan konuşur, insan susardı. Birine verecek cevabı olmadığı zaman susardı. Sevdiğinin ölüsünü gördüğünde susardı. İki seçenek arasında kaldığında da susardı. Adem de yasak elmayı yediğinde susmuştu, susmuştu ve Sri Lanka'ya inmişti. Keşke bende sussaydım, hep sustuğum halde konuştuğum zamanlarda da sussaydım.

Sessizlik en güzel cevaptı, bazen bir kaçış, bazen bir vazgeçiş.

Akşamdan kalma şarap şişesini çöpe attıktan sonra kendime büyük bir kupaya kahve yaptım. Ayıkmak için gerçekten buna ihtiyacım vardı, yine gece 2.30 gibi uyumuştum ve yine uyanamamıştım. Dün Morin ve Martin gelmişti, onlarla birlikte bir kadeh şarapla sohbet etmiştik. Morin'in neşeli bir kişiliği vardı, süslenmeyi severdi.

Böyle deyince çoğunuzun aklına pespembe giyinen sürekli makyaj yapan o kızlar gelmiş olabilir. Fakat Morin, kırmızıdan ayrılamayan, kırmızı hastası bir kızdı. Martin'le ne kadar ikiz olsalar da Martin 7/24 kitap okuyan bir tipti. İkisiyle de çocukluk arkadaşı sayılırdık.

Ne kadar derse geç kaldığımı bilsem de elimde olan bir şey yoktu. Dumanı tüten kahveden ardı ardına bir kaç yudum aldım. Kahveyi çok sevmiyordum, hatta hiç sevmiyordum. O acı tadı almaktan nefret ediyordum, ama her sabah büyük bir kupa kahve içiyordum. Elimi yakan bardakla birlikte odama giderken Lidya'nın kapısını çaldım uyanması için. Odama geçip kupayı dağınık masama bıraktım.

Yatağımı toplayıp perdeyi açtım. Işık ne kadar gözümü alsa da dışarı bakmadan edemedim. Dışarısı bembeyazdı. Ne güzel ya. Kar yağıyordu, bu da demek oluyordu ki akademiye girişim daha da zorlaşacaktı. Dolabımın kapağını açıp yatağın kenarına oturdum. Ne giyeceğime karar veremiyordum. Siyah bir eşofman alıp, üstüne gri ve üstünde siyah, fransızca yazı olan bir sweatshirt aldım. Sweatin altına uzun kolu gri beyzik bir boğazlı çıkardım. Havlumu alıp odamdaki küçük banyoya girip duşa girdim.

Sıcak su tenimi yakarcasına akarken umurum dışıydı, her şey ve herkes. Yaşayıp, gelip geçiyordunuz işte. Bu tarz şeylerin bir önemi yoktu, acı duygusu ölüydü benim için. Tüm bedenimi kasıp kavuran bir hissizlik vardı kanımda. Omzumda hissettiğim hafif acıyla yüzümü buruşturdum istemsizce. 18. yaş günümde yaptırdığım sarmaşık dövmesi yanıyordu. Ama bu yanmak sayılmazdı.

Tenimin altına işleniyordu, tenimi yakıyordu. Saçlarımı duruladıktan sonra havlulukta asılı duran havluyu alıp kollarımın altından bedenime sardım. Ardından küçük havluyla saçlarımın suyunu aldım. Banyodan çıktığımda Lidya'da uyanmıştı. Ardından eşofmanı, boğazlı beyziği ve sweati giydim. Bugün akademiden sonra İzmarit'e gidecektim. Bu yüzden böyle spor giyinmiştim. Akademiden erken çıkma olasılığım vardı, geç kaldığım için bayan Evelynn'den azar işiteceğime emindim.

Telefonumu şarjdan çıkarıp sweatin cebine koydum. Küçük sırt çantama ihtiyacım olan bir kaç şeyi koyduktan sonra fermuarını kapattım. Odamdan çıktığımda Lidya'yı kahvesini içerken görünce yalnızca birkaç yudum aldığım kahvem geldi aklıma. Muhtemelen çoktan soğumuştu.

"Çoktan arabada olman gerekmiyor mu senin?" diye sordum ona bakarken. Kendi arabam tamirde olduğu için bu sefer akademiye bırakma sırası Lidya'daydı. Oflayarak bir kaç kez itiraz etse de sonunda dayanamayarak odasına gitti. Yarım saatin ardından sonunda arabadaydık. Dışarıda yağan, durmak bilmeyen karı izlerken bir kaç kez esnemiştim. Hala uykum vardı.

SonuncularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin