NEDENSİZ KAÇIŞLAR

12 2 2
                                    

Bir sonbahar ayında düştü ilk yaprakları kaçışlarımın. Kaçmak bir insanın yapabildiği en iyi şey olabilirken en kötüsüydü aslında. Her kaçışında vazgeçerdi aslında insan.

Vazgeçişlerin izi kalır mı?

"En çok vazgeçişlerinin izi kalacak, korktukça kaçacaksın, kaçtıkça vazgeçeceksin.

Her kaçış bir vazgeçiş.

En büyük vazgeçişin kendin olmamalı, gelecek kimsenin elinde değil.

Her anın bir mucize."

diyordu kızıl saçlı kadın. Hem çok gerçekti, hem de çok sahteydi. Neresi olduğunu bilmediğim bir yerdeydik. Bir ormana benziyordu, etrafta ağaçlar vardı. Sağımda bir uçurum, solumda, on adım ilerimde ise bir ırmak vardı. Kızıl saçlı kadın bir mum yaktı, "Yarı beyaz, yarı kızıl kürklü tilki." sözlerinin ardından bir melodi mırıldanmaya başladı. Daha önce hiç duymadığım bir dildeydi, gittikçe yükselen sesi irkilmeme neden olmuştu.

"Uçurumun aşağısındaki deniz mi, on adım ilerindeki ırmak mı, yeşil inci?" sözlerine karşılık vermiyordum, belki bağırıyordum. Sessizdi haykırışlarım. Kadının elindeki mumun sönmesiyle hava garip şekilde anında kararmıştı. Etrafı aydınlatan tek şey ormanın ilerisindeki alevlerdi. Gittikçe yaklaşan alevlerin önünde gördüğüm mucize tanıdık bir duygunun tüm bedenimi sarmasına neden olurken kadının sözleri zihnimde yankılanıyordu.

"Yarı beyaz, yarı kızıl kürklü tilki." son hızla koşarak gelen tilkinin arkasında kalan orman, tek bir adımıyla birlikte alevlere bürünüyordu. Onun her adımı küllerinden oluşuyordu. "Seçim zamanı." fısıltıyla birlikte irkilirken bir sağıma, bir soluma baktım. Nereyi seçecektim. Alevlerin ardındaki nehir yok olurken devrilen ağaçlar vaktimin daraldığını da hatırlatıyordu. Derin nefesler alırken yalnızca gözlerimi kapattım. Hissettiğim esintiyle titremeye başlarken boğuk sesler duymaya başlamıştım. Neler olduğunu kendime hatırlatırken odayı inceliyordum. Ve kendimi.

Maçı kazandın Talya.

Hançer dedikleri adam, senin rakibin, odana gelip ortak olduğunuzu söyledi ve maçta onu yenmene izin vererek numara yaptı.

"Arabadan inme."

Onu dinlemeyerek kapıyı açmamla yüzüme vuran soğuk esinti hafif üşümeme sebep olurken kemerimi çoktan çıkarmış ve inmek için hareket etmiştim. Her yerimin ağrıdığını hissediyordum, arabadan inmemle bedenim yerle buluşmuştu. Şu anda her neredeysek yıldızlar çok net görünüyordu. Ve onlar... çok fazlaydılar. Gökyüzünde parlayan yıldızlara bakarken duyduğum son ses uzaktan mı yakından mı olduğunu ayırt edemediğim boğuk bir sesti. "Sana inme demiştim Berceste."  Ve gökyüzündeki yıldızlar söndü...

Hatırladıklarımla uzandığım yerde doğruldum. Kolumda yara bandı vardı, hafif ağrıyordu. Kahve tonların ve bordonun hakim olduğu bir odadaydım. Üzerinde uzandığım yatak, iki tane karşılıklı koltuk, komodin ve bir tane dolap vardı. Yatak, dolap ve komodin ahşaptı. Ayağa kalktım, önce yatağın kenarına ardından koltuklara tutunarak kapalı olan perdeyi açtım, gözlerimi alan ışık yüzünden gözlerimi kısmıştım. Dışarıda görebildiğim tek şey ağaçlardı. Dönüp odaya baktım.

Saat kaçtı? Koltuğun üstündeki çantamı görünce derin bir nefes almıştım. İçinden telefonumu alıp saate baktım. 6.48 Telefonumu şarja takıp, fazlasıyla gergin bir şekilde odadan çıktım. Gördüğüm merdivenlerle iki katlı bir ev olduğunu anlamıştım. Uyandığımda dışarıdan sesler duyduğuma emindim ama ne ormanda birisi vardı ne de evde. Bir sürü oda vardı ve büyük bir evdi. Basamakları inerken etrafı inceliyordum, tablolar ve bir sürü resim vardı.

SonuncularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin