MEHTAPLI GECE

21 0 0
                                    

Yüksek ve üzerinde yer yer otlar fışkıran bir duvara dayanıp yarı kapalı gözlerini yukarı kaldırınca etrafa alacakaranlığın çökmüş olduğunu gördü. Gideceği yere yaklaşmış biri gibi derin bir nefes aldı. Önünde, üzerinden demiryolu geçen bir köprü vardı. Bunun altına doğru, duvarlara tutunarak yürüdü. Ayakları titriyor ve göğsü müthiş hırıltılar çıkararak inip kalkıyordu.

-Buracıkta ölebilirim!- diye düşündü.

Fakat sanki onda bu ümidin bir andan fazla yaşamasını istemiyorlarmış gibi, karşı taraftan, ellerinde çıkınlarıyla birkaç adam göründü. Hızlı hızlı konuşarak yanından geçip gittiler; tam arkasından gelen tek atlı bir araba, bozuk kaldırımlarda hoplayarak, süratle ilerdeki yola daldı.

Burası da tenha değildi. Buradan da gelip geçenler vardı. Sağda, solda yükselen kalın ve harap duvarlar onu insan gözlerinden saklayamayacaklardı. Daha tenha ve kimsenin onu rahatsız etmeyeceği, kendisinin de kimseyi rahatsız etmeyeceği bir yer bulması lazımdı.

Çıplak ayaklarına geçirdiği tabanları delik pabuçları ağır birer zincir gibi sürüyerek ve öksürdükçe yırtılır gibi acıyan göğsünü eliyle bastırarak ilerlemeye başladı.

Üç günden beri tamamen açtı ve belki üç aydır doyuncaya kadar yemek yememişti.

Açlık aklına gelince, bir eliyle, adeta okşar gibi karnını yakaladı. Sonra, yer yer çatlamış dudakları gerilerek, yüzünü tebessüme benzeyen korkunç bir ifade kapladı. Karnındaki kıvrandırıcı ağrılar dün akşamdan beri kesilmişti. Şimdi onun yerinde tam bir hissizlik ve biraz da bulantı vardı.

Demiryolu köprüsünün altından geçtikten sonra karanlık bir sokağa daldı. İki tarafta ahşap evler ve sokaklarda tek tük çocuklar ve kediler vardı. Bazı pencerelerin arkasından kadın bağırışları, küfürler, çocuk ağlamaları geliyordu. Yer yer çirkef çukurlarıyla örtülü olan yolda, birkaç adımda bir durarak ilerledi. Biraz daha... Ondan sonra tenha bir köşe, insansız bir yer herhalde gelecekti. Birkaç takunyalı kız, ellerinde su tenekeleri ile geçerlerken durup ona baktılar. Yürüyüşünü hızlandırmak isteyince bir öksürük nöbetine tutuldu. Göğsünde tel fırçalar dolaşıyormuş gibi kıvranıyordu. Nihayet kapısı kapalı bir evin eşiğine çöküverdi.

Öksürük nöbeti geçtikten sonra, yaşaran gözlerini önüne dikti. Ayaklarının arasında patlıcan ve soğan kabukları ile iki aşık kemiği vardı. Bir aralık bunlar kayboldular ve o, tükenmez bir yolda giden bir adamı durup durup arkasına baktıran bir hisle, bir anda ve hızla, hafızasında geriye doğru kaydı. Memleketinden ayrılalı beş seneyi geçmişti. Çocuk denecek bir yaşta gurbete atılmış, her türlü işe girmiş ve birçok şeyler öğrenmişti. Son senelerde bir küçük fabrikada motörcü yamaklığı yapıyordu, hastalığı orada iken başladı. Daha doğrusu küçükten beri zaman zaman kendisini yoklayan nefes darlığı, bu fabrikanın havasız, küçük motör dairesinde boğucu bir illet haline geldi.

Bir müddet her şeye rağmen dayanmaya çalıştı. Baş aşağı giden bir cereyana bir kere yakasını kaptırdıktan sonra kurtuluş olmadığını seziyordu. Fakat günden güne artan bir halsizlik ve göğsünün içinde zaman zaman diken demetleri gibi dolaşıp gözleri kanlanıncaya kadar onu kıvrandıran öksürük nöbetleri mütemadiyen arttı ve şiddetlendi. Yara haline gelen nefes boruları motör dairesinin rutubetli, boğucu havasını içeri alırken bile sızlamaya başladı.

Bir gün sabahleyin uyandığı zaman, yerinden kımıldayamayacak halde olduğunu gördü. Birkaç gün aç açına yattıktan sonra güç halle doğrulup fabrikaya gidince, onu içeri bile almadılar.

Aylardan beri korktuğu yuvarlanış başladı. Bir hafta kadar cebindeki beş on kuruşu idare etti. Sonra tekrar birkaç gün açlık...

Memleketten gelip şehirde yerleşmiş, oldukça hali vakti yerinde bir dayısı vardı. Onu aradı ve korka korka evin iki kanatlı kapısını çaldı.

Bütün Öyküleri IHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin