tanrıya yemin ederim ki, biz kalana dek herkes gittiğinde artık acı olmayacak

126 16 18
                                    


bence şarkıyla birlikte okuyun:)

bir süredir, yalnızca az bir süredir, hayatın yaşamaya değer olduğunu düşünmeye başladım. kendi karanlık dünyamdan beni sıyırıp çekmişti güneş gibi parlayan sapsarı bir oğlan. ve resmen ona hayatımı adayabilirdim, fakat tabii ki eğer bir tanesine sahipsem. ona adayabileceğim hiçbir şey yokken, yolunda kaybedebileceğim tek bir değerim yokken nasıl hislerimi anlatabilirdim ki? kendim bile inanamıyordum içimdeki bu sönmek bilmeyen yangınlara. yanlış geliyordu, serap gibiydi çünkü hyunjin en ihtiyacım olduğunda kokusunu kana kana içmek istediğim tek kişiydi. sadece ona sarılarak bütün zamanımı ve bütün zamanları onun hizmetine sunabilirdim. fakat öyle kolay değildi işte. olanların yanlışlığı kaburgamı sıkıştırıp beni öylece ortada bırakıyordu. nefes almak güçleşiyor, gözlerimin önü bulanıklaşıyordu işte. bir şeyler yanlıştı. 

"jeongin!" kafamı yavaşça kaldırıp yemek masasının diğer ucunda duran adama baktım. 

"tuzu uzat." masanın ortasında duran tuzu alıp ona doğru ittirdiğimde derin bir iç çekti ve yemeğine devam etti. annem öldüğünden beri, gerçekten aile olmayı başaramıyorduk. sanırım annem bizi birbirimize bağlayan halkaydı. o orada olmadığında, biz sadece ikiye ayrılmış bir zincirin iki ucuyduk işte. biz birbirimizi yarım yamalak tamamlamak dışında hiçbir işe yaramıyorduk. birlikte iyi değildik ve her zaman bir parçamız kayıp olacaktı. annemdi o parça, kayıptı, yoktu, hiçbir zaman geri dönmeyecekti, asla bizimle olmayacaktı, yumuşak toprak tenini öperken ben onun kokusunu unutmaya itilmiştim işte. fotoğraflara bakmadıkça aklıma gelmiyordu yüzü. 

bazen hafif bir yağmur kokusu yayılırdı etrafa, ve ben artık annemin kokusuna oldukça tezat olmasına rağmen o yağmur kokusuna sığınır olmuştum. kimseyi onun yerine koyamayacağım kesin bir şekilde ortada olmasına rağmen, ben ilk defa birine böylesine bağlı hissetmiştim işte. acaba hyunjin bileklerimdeki anıları görse nasıl tepki verirdi, veya yaşadığım bu içler acısı hayatı tatsa nasıl hissederdi? acır mıydı bana? sever miydi beni? daha çok katlanır mıydı? yanımda kalır mıydı? kokusunu her zaman yakınımda hissetmeme izin verir miydi? oysa şuan bu soruların hiçbiri önemli değildi benim için. o gün söylediğim şarkıların sözlerine yeni dizeler eklenmişti, onu hayatımdan çıkardığımla ilgili. doğruydu, çıkarmıştım onu hayatımdan. şimdi onu düşünüp de kokusunu arzulamak haddime değildi. 

yemeğimi bitirip masadan kalktım ve kendi tabağımı mutfağa götürdüm. 

"akşam kendine kalacak bir yer bul." dedi babam, eminim kötü bir niyetle söylemedi fakat onun bir kadınla birlikte oluşunu izlemek istemeyeceğimin de farkındaydı. derin bir iç çektim ve kafamı olumlu anlamında salladım. bundan önce her seferinde dışarıda sabahlamıştım, bir kere de hyunjin'in evine gitmiştim işte. ilk defa yanında uyumuştum onun. birbirimize hissettiğimiz duyguların yoğunluğundan mıdır, yoksa aramızdaki saygıdan mı bilmem ama onu kollarım arasına alıp sarmalamak bana yetiyordu. gerçi artık bir önemi yoktu. onu daha fazla bu karanlığın içine çekmeyecektim. 

odama gidip dolabın üzerine kaldırdığım gitarı elime aldım. annemin gitarıydı, bana çalmayı da o öğretmişti. bir sabah uyanıp öldüğünü fark edene dek hayatta en değer verdiğim insandı. ona veda bile edemedim. hayır, öldüğünü bile fark edemedim. ne ben, ne de babam. dokuz yaşımdaydım. hafta sonuydu ve babam çoktan iş için evden çıkmıştı. her hafta sonu olduğu gibi o gün de erkenden uyandım. mutfaktan bir şeyler çıkartıp atıştırırken televizyonun başına geçip sünger bob izlemeye başlamıştım. bu benim ve annemin monotonuydu. o uyanana kadar sünger bob izlerdim o uyanınca da kahvaltı hazırlardı. o gün ilk defa uyanmadı işte. 

çocuk aklıyla saatin farkına bile varamamıştım henüz. saat on ikiyi vurduğunda acıkan karnım yüzünden odasına girdim. yatakta sırtı bana dönük bir şekilde yatıyordu. yatağa çıktım ve ona yaklaştım. önce omzunu dürttüm hafifçe, uyanmadı tabii. sonra biraz sarsmaya ve söylenmeye başladım, yine uyanmadı. onu kendime doğru çevirdim, huzur içinde görünüyordu. yüzünde ufak bir tebessüm vardı ve bembeyaz yüzü hayat doluydu. biraz daha söylenmeye başladım. gülümsediğine göre uyanıktı ve beni sinir ediyordu. yanaklarını öptüm, soğuk yüzü bir an bile bir şeylerden şüphelenmemi sağlamadı. buna nasıl ihtimal verebilirdim. saat öğlenden sonra beş olana dek başında bekledim onun. yüzü giderek soldu. gülüşü düştü ve ben başında ağlarken bir an olsun gözlerini açıp kucaklayamadı beni. ben o gün, onunla birlikte o mezara girdim sanki. 

trastevere ::hyunin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin