Merhabaa. Bu benim ilk mizah türlü hikayem. İnşallah okunur inşallah inşallah :)) Okuyuculardan tek isteğim bu hikayenin okunması. Ayrıca hakaret dışında tüm eleştirilere ve oylara açığım. Sevgiler :3 :))
Bugün Amerika'ya uçuyorum. Evet, yanlış duymadınız. Yani sırf bir otelin plajında garsonluk yapacağım diye, güzelim Türkiye'den gavur ellere gidiyorum. Olacak iş değil! Üstelik en yakın arkadaşımın gitmemi istediği gibi, annem ile babam da gitmemi istiyor. Yani içim rahattı aslında. Hani en azından onlar beni göndermez de bende gitmekten kurtulurum diye ama nerede, beni postalamaya dünden razılarmış.
Şimdi de neredeyse beni boğacak kadar sarılan annem, karşımda ağlıyor. Bir elinde de içinde su dolu sürahi tutuyordu. Allahım, anne onu gerçekten benim arkamdan dökmeyeceksin değil mi? Kusura bakmayın ama ben böyle şeylere karşıyım. Su gibi git, gel nedir ya?
Annem sonunda benden ayrılıp elindeki sürahiyi gördükten sonraki yüz ifademi görünce yüzüne bir sırıtış yerleşti. Ve derin bir iç çekerek çoktan kuruyan göz yaşlarını boş olan elinin tersiyle sildi. Bende o sırada kapıdan çıkmış, babamın bavulumu çoktan bagaja yerleştirip önünde beni beklediği arabasına doğru ilerliyordum. Arabaya binmeden önce son kez anneme dönüp havadan bir öpücük yolladım ve aceleyle el sallayarak öndeki yolcu koltuğuna kendimi attım. Yoksa bu vedalaşma bitmeyecek gibi görünüyordu. Hayır yani anlamıyorum ki niye bu kadar üzülüyorlar. Hem beni göndermek için can atıyorlar hem de arkamdan ağluyorlar, sanki ben istemişim gitmeyi. İstemiyorlarsa yarı yolda dönüp hiç gitmeyebilirim de, sonuçta burada koca İstanbul da iş mi yok bana. Şimdi çıksam 2 saatimi almaz iş bulmam ama dinletemiyorum ki.
Saate baktığımda saat 11:30'a geliyordu. Benim uçağım 12:00 da kalkacağı için bence tam saatinde çıkmışız. İstanbul'u severim iyi hoş da, bu trafiği beni bitiriyor.
Radyoya uzanıp müzik kanallarını gezmeye başladım. O kadar çok gezmişim ki artık babamın 'bir yerde dur artık Eylül!' bakışlarına maruz kalınca bırakmak zorunda kaldım. Ne yapayım bir türlü düzgün müzik bulamıyordum. Bulduğumda da kanal çekmiyordu. Müzikler bile bana karşı be.
Neyse zaten radyoyla kaç saat oyalandıysam artık, bir baktığımda havaalanının otoparkına giriyorduk. Nedense içimde yeni yeni yeşeren bir heyecan hissettim. Yani sonuçta çok kez bir yerlere gitmiyorum, hele yurtdışına hiç gitmemiştim. Neyse 1 hafta denemeden sonra geri yollarlar zaten beni. Yani ben öyle umuyorum. İnşallah öyle olur, ne yapacağım ki ben oralarda? Of!
İçime derin bir nefes çekerek arabadan indim. Babam çoktan inmiş bavulumu bagajdan çıkarıyordu bile. Bu kadar mı gitmemi istiyordunuz be!
Yüzüme bir tebessüm yerleştirerek ve duygulanmamaya çalışarak, bavulumu babamın elinden alarak yanıma sürükledim. Kafamı kaldırıp babama baktığımda yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. Sanki gitmemi istemiyor ama annemin gazabına uğramış bir gülümsemeydi bu. Ah çaresizlik. Annemin çenesini çekeceğine beni göndermeyi seçmiş canım babam. O da haklı şimdi, acıyorum ona da.
Aramızda fazla bir mesafe yoktu zaten, o yuzden filmlerdeki gibi, ağır çekimde kollarımı iki yana açıp ona doğru koşma gibi bir şey yapmadım tabi. Onun yerine gülümseyip aramızdaki mesafeyi iki adımda kapatıp kollarımı yavaşça boynuna dolayarak sımsıkı sarıldım babama. Aslında evde pek bir sohbetimiz yoktur babamla. Annemle de pek yoktur, bıdı bıdı tartışmalarımız dışında tabi. Kadınla bir türlü anlaşamıyoruz ki. Ben beyaz desem annem kesin siyah diyor. Hiçbir konuda ortak noktamız yok. O yuzden de pek bir anne-kız ilişkimiz de yoktur. Hep yalnız büyüdüm zaten ben, evin tek kızıyım yani başka bir versiyonum yok maalesef. Küçükken bunun için çok şikayet etsem de şimdi durumumdan gayet memnunum, hatta iyi ki kardeşim yok, diyorum. Yalnızlık iyi geliyor bana. Hergün başımda bıdı bıdı konuşan bir kardeşe de ihtiyacım yok zaten. Kesin o da öyle olurdu, yani bizim aileden sessiz sakin biri çıkmazdı zaten. O yüzden diyorum ya iyi ki yok diye, ikinci bir Zeynep çekemezdim. Zeynep annem oluyor bu arada. Babamın adı da Fehmi.
Her neyse, babamla sarılma faslımız bitince babamı şöyle bir süzdüm. Ardından son sözümü söyledim. "Bak, gitmemi istemezsen gitmem baba. Son kararınız mı?"
Babam bu sözüm üzerine hafifçe gülerek başını iki yana salladı ve omzumu sıvazladı. Ardından hiç beklemediğim sözlerini söyledi. "Hayır kızım, git. Git ve orayı da birbirine kat."
Beni bir gülme krizi tuttu tabi. İlahi baba! "Baba ya, ne diyorsun Allah aşkına?"
Babamın gülümsemesi daha da genişledi. "Biraz gülmen için demiştim ama dediğim şeyde haklıyım da. Sen orada da rahat durmazsın. Ya bir şeyleri kırarsın, ya da birilerini azarlayıp pataklarsın. Ben seni bilmez miyim?"
Bu adam beni ciddi anlamda iyi çözmüş. Yani annemle daha çok vakit geçirmemize rağmen adam beni ondan iyi tanıyor. Vallahi bravo!
Gülerek omzuna vurdum. "İlahi baba ya. Beni de güldürdün. Ama yaparım vallahi. Kimse benim elime ve çeneme düşmesin." Ardından bavulumun sapını elimle kavrayıp omzumdaki çantamı düzelttim ve Havaalanının içine doğru dönerek ekledim. "Bekle beni Amerika, ben geliyorum!"
Babam bu sefer sırıtıyordu. Pek de sırıtan bir adam değildir kendisi. Ya arada bir güler, ya da gülümser. Ama asla sırıtmaz. Bu sırıtışını aklımda tutmaya çalıştım. Kim bilir bir daha ne zaman göreceğiz, belli mi olur?
Bavulumu içeriye doğru sürükledim ve babama dönerek boş olan elimi salladım. O da bana el sallayarak "Dikkat et, vardığında ara." dedi.
Bende başımı 'tamam' anlamında sallayarak check-in bölümüne geçip sırada beklemeye başladım. Nihayet sıra bana geldiğinde bir kutu alıp bavulumu, omzumdaki çantamla beraber içine koydum ve hemen sağımdaki geniş alana yerleştirip kontrolden geçtim. Kutudakiler de kontrolden geçince tekrar çantamı omzuma asıp bavulumu yere indirdim ve bilet almak için gişeye sürüklemeye başladım. Tabi ki Türk Hava Yolları ile uçuyordum. Bilmiyorum, o firma daha güvenilir geliyordu bana. Gerçi uçak, uçaktır düşeceğinde hepsi düşer ama olsun. Bavulumu bileti kesen kadına uzatıp biletimi aldıktan sonra teşekkür ettim ve hemen beklemem gereken Gate(Kapı) kısmına geçip oturdum ve kapıdan geçmemiz için verilecek anonsu beklemeye başladım. Bir de bize 2 saat önceden gelin bekleyin diyorlar ama kendileri bizi bekletiyorlar işe bak. Tam sıkılmaya başladığım sırada beklediğim anons yapıldı ve hemen ayağa fırladım. Etrafıma şöyle bir baktığımda insan kaynıyordu resmen. Bu kadar insan ne ara gelmişti buraya hiç farkında değildim. Halbuki ben geldiğimde pek insan yoktu. Neyse kendi kendime konuşacağım diye uçağı da kaçıracağım şimdi o olacak. Hemen öne atılıp kapının yanında bekleyen görevliye biletimle kimliğimi uzattım ve çok bekletmeden bana geri uzattı. Hemen elinden aldım ve teşekkür edip kapıdan girdim ve o tünel gibi yerde ilerlemeye başladım. Allahım bu tünel de ne kadar uzunmuş git git bitmiyor. Allahtan bavulumu görevliye vermiştim de rahat yürüyordum. Gerçi vermek zorunda olduğum da bir gerçek tabi.
Neyse uçağın merdivenlerini yavaşça çıkıp kapıya vardığımda beni 2 tane güzel hostes karşıladı. Evet çok güzeller. Allahım sen bunları hostes olsunlar diye mi bu kadar güzel yaratıyorsun? Haksızlık ama. Onların sürekli gülümsemesi de bana geçmiş gibi bende onlara gülümseyip tek tek koltuklara bakıp kendi koltuğumu aramaya başladım. Ah, canım babam bizınısın hemen arkasındaki koltuktan ve cam kenarından almış koltuğumu. Tabi biliyor her zaman cam kenarı sevdiğimi. Otobüste de uçakta da bu farketmez, her zaman cam kenarını tercih ediyorum. Öyle olmayınca canım sıkılıyor çünkü.
Sonunda koltuğuma oturabildiğimde omuz çantamı koltukla bacaklarımın arasına koyup hemen kemerimi bağladım. Nasıl olsa inişe kadar bir daha inmeyecektim, o yuzden hemen bağladım. Ardından başımı cama yaslayıp -her ne kadar da küçücük bir cam olsa da yaslayabilmiştim- hostesin 'Uçağımız kalkmak üzeredir, lütfen kemerlerinizi bağlayınız ve telefonlarınızı kapatınız!' anonsunu beklemeye başladım. Beklerken de telefonumu çıkarıp son kez ne var ne yok bakmadan da edemedim tabi. Telefonum, her şeyim!
Tabi hiç cevapsız arama ya da mesaj falan yoktu o yüzden bende hemen whatsapp'a girip en yakın arkadaşım olan Gizem'e 'Uçaktayım. İnince seni de ararım, öptüm.' diye mesaj yazdım. Son görülmesi daha dün gece girdiği ile kalmıştı. Tabi bugün cumartesi, hala uyuyordur hanım efendi. Hiç canım arkadaşım bugün gidiyor deyip erkenden uyanayım demek yok, uyusun prensesimiz. Neyse ben ona sonra sorarım. Şimdi sevgili hostesimizin sonunda beklediğim anonsunu duyup telefonumu uçak moduna almam gerek. Evet uçak modu. Çünkü ben telefonumu kapatmaya karşıyım. Hadi gavur ellerde telefonumu açmaya çalışınca açılmazsa? Herşeyi düşünmek lazım. Telefonumu uçak moduna aldıktan sonra sakince arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Bu arada uçak yavaş yavaş kalkışa geçiyordu. Allahım bu uçaklara bir türlü alışamayacağım galiba. Her kalkışta ve inişte içim bir tuhaf oluyor. Uçak nihayet kalkıp havada süzülmeye başladığında gözlerimi açıp küçük pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Sonra aklıma bu anı müziksiz değerlendirmemem gerektiği geldi ve hemen telefonumla kulaklığımı çıkardım. Kulaklığım tabi ki yine birbirine girmişti. Onu ayırmaya çalışırken baya bir zaman geçmişti ama olsun daha çok yolumuz olduğu için sorun etmedim. Kulaklığı telefonuma takıp hemen en sevdiğim müzik dosyasını açıp ilk baştaki müziği açtım ve kafamı tekrar cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım.
Ne ara uyuduğumu bile bilmiyorum, bir ara uyandığımda yanımda oturan 2 kişi daha vardı. Benim yanımda bir kadın, onun yanında da bir erkek oturuyordu. Şöyle bir eğilip baktığımda onlar da bana bakıp gülümsediler. E onlar gülümseyince bende ister istemez gülümsedim ve tekrar arkama yaslandım. Açıkçası hiç insanlarla muhabbete girecek modumda değildim o yüzden kulağımı bitip tekrar başlamış olan müzik listeme verdim. Bazen kendi ellerimle hazırladığım müzik listemden bile sıkılıp aralarından müzik seçtiğim de oluyordu. Bu size de oluyor mu? Çok komik bir durum ama gerçek. O yüzden bazı müziklerimi sırf sıkılmayayım diye sık sık dinlemeye kıyamıyorum. Dinlemiyorum bile. Bazen özlemek gerek yani. Evet ben sadece müziklerimi ve kitaplarımı özleyebilen bir insanım. İnsanları özlemek konusunda sorun yaşadığım için kendimi bir de bunlarda deniyorum işte. Açıkçası çok başarılıyım, sanırım özleyememe olayım sadece insanlara özgü bir şey.
Maalesef yolculuğum 12 saat süreceği için sanırım dinlemediğim müzikleri de dinleyecektim.
Ah Amerika. Umarım uçakta bile olsam bu kadar yolu çektiğime değersin. Yoksa... yoksa ne yapacağımı bende bilmiyorum, ama bulurum herhalde bir şeyler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amerika Aşkı
HumorPlaj barında dikilip sıkıntıdan patlamak üzereyken birinin bana doğru el salladığını gördüm. Yeni olduğumu mu hissettin be mübarek, niye bana el yapıyorsun sen be? Her neyse hızla yanına gittiğimde, heyecandan mıdır yoksa adamın sırf amerikalı olduğ...