Bugün ilk iş günüm. Allahım inşallah ilk günden kovulmam çünkü bir gün için o kadar çok hata yaptım ki. Birincisi, işe geç kaldım o yüzden de apar topar saçım başım dağınık yataktan kalktığım gibi işe geldim. Hala o durumda değilim tabi, gelir gelmez kasanın arkasında saçımı falan düzenledim. Neyse, ben ne diyordum.
İkincisi, aslında ikinci bir hata yapmadım yani kasanın arkasındaki arkadaştan, bana uzattığı tepsinin içindeki kolayı, tepsiyi elime alırken dökmek üzereydim. Sadece üzereydim ama dökmedim.
Bu ikinci bir hata sayılmaz galiba değil mi? Neyse.
Yine de o kolayı benim vermemi istemediler tabi. Sakarlık diye adlandırdıkları şeyden korktukları için elimdeki kolayı yanımda duran garson arkadaşa vermiştim. Ardından tezgaha yaslanıp beklemeye başladım.
Plaj barında dikilip sıkıntıdan patlamak üzereyken birinin bana doğru el salladığını gördüm. Yeni olduğumu mu hissettin be mübarek, niye bana el yapıyorsun sen be?
Her neyse hızla yanına gittiğimde, heyecandan mıdır yoksa adamın sırf Amerikalı olduğunu düşündüğümden midir bilmiyorum ama ağzımdan bir telaşla dökülen ilk cümlelerim, "I'm sorry. I'm dont speak english." oldu. Allahım bende diyordum, bugün hiç rezil olmadım acaba ne zaman olacağım? Ben düşüncelerime yine dalmışken karşımdaki adam, aynı zamanda ilk müşterim bana kahkahalarla gülüyordu. Ellerimi belime koydum ama ben bu adama, "Sen bana mı gülüyorsun be?" diye soramazdım ki. Zaten ben bir şey diyemeden elini anlamsızca önümde salladı ve gülmesini bastırmak ister gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Ah, gamzeleri de varmış ya.
"Şey, pardon ama ben türküm." Pardon? Allahım gerçekten rezil olmuşum. Ne yani, şimdi bu Turist görünümlü adam Türk müydü? Allahım, nelere kadirsin!
Yavaş yavaş ellerimi belimden çekerek bir elimi ağzıma kapattım ve gözlerimi kapatarak bir süre öylece bekledim. Aslında rezilliğimi sindiriyordum ama bunu ona söyleyemezdim. Ardından derin bir nefes alarak gözlerimi açtım ve cebimden küçük not defterimle kalemimi çıkararak karşımdaki adama baktım.
"Her neyse, ne istemiştiniz?"
Sesimin hafifçe titremesine içimden küfrederek adama bakmaya devam ettim. Beni biraz süzdükten sonra o da derin bir nefes alarak bana gülümsedi. Hem de gamzeleriyle beraber gülümsedi.
"Meyve kokteyli alabilir miyim?"
Ben gamzelerine dalmışken onun verdiği siparişi, gözümün önünde ikinci kez elini salladığında farketmiştim. Gözlerimi iki kez, hızlıca kırpıştırarak tekrar onun gözlerine baktım. Daha sonra da bende gülümseyerek deftere istediğini yazarken mırıldandım.
"Hemen getiriyorum."
Ben plaj barına doğru yarı koşar halde yürürken ve elimde istediği kokteyl olan tepsiyle dönerken, hala aklımda gamzeleri vardı. Allahım, çok güzellerdi. Acaba yanında neden kimse yoktu? Ne kız arkadaşı ne de erkek arkadaşı vardı, kimse yoktu.
Tepsinin içinden kokteylini dalgın bir şekilde, önündeki masaya bırakırken bana baktığında göz göze gelmiştik. Gözlerimi gözlerinden ayıramamıştım.
Öyle derin bakıyordu ki... istesemde ayıramadım. Fakat, ne yazık ki ayıranlar olmuştu. Bardan bana seslenildiğinde istemeden de olsa gözlerimi ondan ayırdım ve hafifçe dizlerimi kırıp referans verdikten sonra, tebessüm ederek mırıldandım.
"Afiyet olsun."
Gözlerimi kırpıştırarak yanından geçerek bara doğru yönelmiştim fakat birisi bileğimi yakalayıp beni durdurdu. Önce bileğimdeki büyük ve ince ellere baktım. Bir erkek eliydi. Elin sahibine baktığımda o olduğunu gördüm. Bu, ilk müşterim olan adamdı.
Ona soran gözlerle bakarken, etrafımdaki insanların da bize baktığını görmüştüm. Allahım, yine rezil oldum.
Elini bileğimden yavaşça elime doğru indirdiğinde, avucuma bir kağıt bıraktığını hissettim. Ardından elini avucumdan çekerek bana gülümsedi ve şezlonguna geçip oturdu.
Ondan sonraki saatler, diğer garsonların ve şefin beni azarlamasıyla geçmişti. Neymiş, müşterilerle sipariş almak dışında konuşmak yasakmış. Sanki ben konuştum. Hey allahım ya.
Ama yine de benim aklım aceleyle cebime attığım kağıt parçasında ve ondaydı.
Sonunda mesaimi bitirip odama geçebildiğimde üstümü bile değiştirmeden yatağıma oturup cebimdeki kağıdı çıkarmıştım. Acaba ne yazmıştı? Bana yazmıştı. Ama neden başkası değil de bana yazmıştı? Derin bir nefes alıp kağıttaki yazısını ve ne yazdığının verdiği merakla aceleyle katlanmış olan kağıdı açtım. Açarken yırtmadığıma bile dua ediyorum. Okur okumaz, kağıda bakıp kalmıştım.
"Sevgilim olur musun? Biliyorum, ani oldu ve okurken eminim donup kalacaksın ama bunun olmasını çok istiyorum. Mesai içinde görüşemeyeceğini biliyorum, yarın akşam mesain bitince benimle yemek yer misin? Seni zorlamayacağım. Gelmezsen seni rahatsız etmem, ama gelirsen çok mutlu olacağım. Gelmen için dua edeceğim. Bu arada adım, Aras."
Ben şimdi ne yapacağım? Gitsem mi gitmesem mi? Yatağıma uzanmış, bunu düşünüyordum. Allahım, bu gamzeli adam nasıl reddedilirdi ki? Ama hemen de kabul edemezdim. Dünden hazır gibi olurdum. Gitmezsem de o üzülecekti. Yok yok, gitmeyecektim. Onun yerine, bir kaç gün sonra kağıdın köşesine yazdığı telefon numarasına bir mesaj bırakacaktım. Bakalım, gerçekten beni istiyormuymuş göreceğiz. Ya neden ben? Bu kadar yakışıklı bir insan, neden beni seçer ki? Yazısı da çok güzelmiş, kıskanmadan edemedim doğrusu.
Neyse yarın olsun bakalım. Tabii ben uyuyabilirsem süper olurdu. Heyecandan uyuyamıyorum ya yok böyle birşey. Neden bana böyle şeyler yaşatıyosunuz siz, zaten yarın işim var. Çalışan bir insanım ben. Dudaklarımı bükerek yatakta çarşafın içine girdim ve uykuya dalmaya çalıştım. Mutlaka uyumam lazımdı, eğer uyuyamazsam sabah uyanamazdım ve kovulurdum. Bu sefer kesin kovulurdum. O yüzden uyumalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amerika Aşkı
HumorPlaj barında dikilip sıkıntıdan patlamak üzereyken birinin bana doğru el salladığını gördüm. Yeni olduğumu mu hissettin be mübarek, niye bana el yapıyorsun sen be? Her neyse hızla yanına gittiğimde, heyecandan mıdır yoksa adamın sırf amerikalı olduğ...