2-

38 2 3
                                    

Merhabaa. Bir hafta geç geldim biliyorum ama umarım diğer bölümü de ve artık yayınlamış olduğum bu bölümü de beğenirsiniz... Mutlu huzurlu keyifli okumalaar :))

Uçaktan indiğimde doğal olarak saat gece yarısını gösteriyordu. Allahtan çalışacağım otelin çalışanlarından birisi gelip beni alacaktı. Mümkünse o 'birisi'nin türk olması için bayağı bir ısrar etmiştim. Şimdi gecenin köründe yorgun argın uçaktan inmişim, bir de ingilizce konuşmak için hiç ter dökemeyecektim valla. Şansıma güler yüzlü, orta yaşlı bir amca, havaalanında elinde ismimin yazılı olduğu kartı yukarıya doğru tutmuş beni bekliyordu. Ben kesin geç kalıp beni bekletirler diye düşünüyordum ama yarım saat önceden gelmiş gibi görünüyordu bu adam. Her neyse sonuçta gelmiş ya, bende hala niye konuşuyorsam, yazık adamcağız daha fazla beklemesin. Check-in'den geçtikten sonra hemen bavulumu sürüyerek koştur koştur beni bekleyen adamın yanına geldiğimde, adam da kartı indirip beni gülümseyerek karşılamıştı. Ve bana elini uzatarak gülümsemesini sürdürdü. "Merhaba Eylül Hanım, ben Ekrem. Çalışacağınız otelin personel şoförüyüm."
Adamın gülümsemesi bana da geçmiş gibi bende ona gülümseyerek uzattığı elini boş olan elimle yavaşça sıktım. "memnun oldum Ekrem abi."
Ne dediğimin farkına varınca ensemi kaşıyarak sırıttım. Jeton biraz geç düşüyor da. Allahım, ağzımdan çıkan lafı, ağzımdan çıkmadan önce en azından bir saniye olsun düşünmeyi ne zaman öğreneceğim acaba çok merak ediyorum doğrusu. Ya rezil oldum. Ama ne yapayım, elin Amerikasında ilk kez türk görünce kendimi tutamadım işte. Allahtan Ekrem abi ona abi dememi garipsemedi. Yani galiba. Yoksa bana yüzünü buruşturarak bakardı, oysa şuan gülerek bakıyor. O gülünce bende rahatlayarak gülmeyi başardım. "Ağbin yaşındayım zaten kızım, çekinme istediğini diyebilirsin."
Şimdi o böyle deyince, 'Peki baba da diyebilir miyim?' diye bir soru aklıma gelmedi değil tabi ama sormayacağım. Sorup da adamı ilk günden kendimden soğutmayacağım.
Onun yerine kısaca teşekkür ederek tekrardan güldüm ve bavulumu sürüyerek önüme çektim. "Ee, gitmiyor muyuz?"
Ekrem abi bir şey unutmuş da şimdi hatırlıyormuş gibi hafifçe alnına vurarak bana gülümsedi ve bavulumu elimden alarak sürüklemeye başladı. Bana da onu takip etmemi söylemekten de geri kalmadı tabi. Sanki sen söylemesen ben seni takip etmeyeceğim. Hey Allahım ya.
Neyse sinirlenmeden hemen koşup yanındaki yerini aldım ve sonunda havaalanından çıkıp temiz havayı ciğerime çekebildim.
Allahım resmen Amerikadayım ya, Amerika. Ama tabi havanın biraz soğuk olduğunu şimdi farkediyorum. Daha doğrusu Ekrem abi bana seslenmese ben neredeyse donacaktım yani.
Bana siyah bir arabanın önünde durmuş el kol hareketleri yapıyordu. "Eylül hanım, orada dikilerek donmayı mı düşünüyorsunuz?" O kadar dalmışım ki duymamışım yani.
Onu duyunca hemen yanına fırladım tabi. Arabanın kapısını benim için daha önceden açtığı için kapı falan açmaya gerek duymadan içeriye oturuverdim. Ardımdan Ekrem abi kapımı kapatıp yanımdaki şoför koltuğuna yerleşince arabayı tabi ki otele doğru sürdü. Ekrem abinin bana hala Eylül Hanım dediğini hatırlayınca direk ona döndüm. Yani ben ona Abi diyorum o bana Hanım diyor. Sizce de biraz tuhaf olmadı mı?
"Ya Ekrem abi, ben sana abi diyorum sen bana hanım diyorsun. Olmuyor ama böyle. Bana Eylül desen yeterli." diye sitem edince Ekrem abi hafifçe gülerek başıyla onayladı beni. "Tamam tamam. Bundan sonra hanım yok, söz."
Bende bu lafı üzerine keyifle gülerek tekrar önüme döndüm.
Zaten yolun geri kalanında nerden geldiğimi, ne iş yaptığımı falan sorarak muhabbet ettik. Gerçi sürekli o sordu ben cevapladım. Yani anlayacağınız bir de sözlü olarak Ekrem abiye ayak üstü CV hazırladım. Aslında işime de geldi yani, ben pek konuşmadan duramam. Öyle bön bön ön cama bakacağıma Ekrem abiye CV çıkartırım daha iyi, ki çıkarttım bile. Biz böyle konuşurken, bir de ben yine düşüncelerime dalmışken otelin önüne gelmiştik bile. Tabi ben yine bunu da geç fark ettiğim için arabanın içinde biraz oyalandım. Ekrem abi de bavulumu bagajdan çıkartmış, dışarıda beni bekliyordu. Yazık adama ya. Arabadan hızlıca inerek abiden bavulumu aldım ve ona teşekkür ederek sonunda meşhur otele girişimi yaptım.
Tabi öyle otelin sahibiymişim gibi otele havalı bir giriş sergileyemedim, ayrıca gece olduğu için güneş gözlüğüm de doğal olarak yoktu yani. Hem zaten olsa bile öyle bir giriş yapamazdım.
Her neyse bavulumu resepsiyona sürükleyerek görevliden oda kartımı aldım ve asansörle odamın olduğu kata çıkarak 335 numaralı odayı aramaya koyuldum. Gecenin bir vakti bir de oda arıyoruz işe bak. Hayır yani, sanki gösterseler öleceklerdi. Tam koridorun sonuna geldim, bu katta değil diye düşünmeye başlayacaktım ki koridorun sonundaki en son kapının üzerinde, 335 yazdığını görünce üzerime nasıl bir rahatlama geldi anlatamam. Ve bu rahatlamaya odamda devam etmeyi düşünerek, elimdeki kartı tecrübesizce kapı kulpunun altındaki ince uzun deliğe sokup kapıyı açtım. Allahım ilk kez bir şeyi de yanlış yapmadım, inanmıyorum!
İçimden sevinç nidaları atarak bavulumu içeriye sürükledim ve kapıyı ardımdan kapatır kapatmaz bavulumu bir tarafa kendimi de yatağa attım.
Valla duş falan almadan direk uyuyacaktım çünkü çok yorgundum.
Ah umarım yarın her şey güzel olur. Yani öyle dediğime bakmayın, aslında ben kavulursam çok sinirlenirim, o yüzden inşallah kovulmam. Yoksa bu oteli onların başına yıkarım.
Ben bunları düşünürken yatağımın içine yerleşmiş yorganıma sarılıyordum. Yatak gerçekten rahatmış ayrıca.
Of bavulumun da yerleşmesi gerekiyordu. Neyse onu da yarın yaparım artık, ne de olsa baya bir süre burada olacağım gibi görünüyor.

Amerika AşkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin