İyi okumalar dilerim...
Ben yazarken hep bir anlık yazdım anlık gelişti. Siz de anlık gelişen ve anlamsız olan yerlerini yadırgamayın.Music list🎧:
Göksel - yalnız kuş
Göksel - sen orda yoksun
Cem Karaca - bu son olsun
Dolu kadehi ters tut - hiç iyi değilim
Semicenk - batık gemi16/07/2023
"İlk vazgeçiş, son defa seni seni sevmekti.
İlk vazgeçiş, yalnızlığı fark edişti.
Kaybettim seni, vazgeçmedim ben."🪻
Bir eve bağlı olarak büyüyen insanlar başka bir şeye bağlanamazdı. O evden kaçtıktan sonra tekrar o evi bir ihtiyaç olarak görür ve gitme ihtiyacını özlem sanardı. Kimseye bağlanamaz ve bağ kurmuşsa bile o bağları hemencecik çözerdi evine gidebilmek için. Kendimden biliyordum...
En çok kendimde tanıyordum... En çok ben hissediyorum.
Okuduğum kitaplarda ya da izlediğim filmlerde hep evi bir insan ya da bir ruh olarak görürlerdi. Veyahut da çok önemli bir eşya. Oysa o dört duvar bir yuva olmuşsa ve insana sadece yaşam alanı sunmuşsa bile orası evdi. Bana göre...
Şimdi farkına varıyordum bunun. Bırakıp geldiğim evimin içinde huzur bulunmasa bile bildiğim insanlar olduğu için özlediğimin farkına yeni yeni varıyordum. Birilerine... Tanıdığım birilerine ihtiyaç duyuyordum. Beni sevip sevmediği, beni koruyup kolladığının önemi olan birinin olması değil de orda olduğunu bildiğim birilerine ihtiyaç duyuyordum fazlasıyla.
Hedefimin arkasından koşsam neye yarardı şimdi? Başarımı görecek kimse yoktu ki arkamda. Bir sebep ve amaç uğruna yola çıkarken seni uğurlayan biri bile olmazsa arkanda davan en kutlu dava olsa da yarı yoldan dönmek daha yararlı gibi geliyor.
Saatlerdir bunu düşünüyordum. Bir amaç bulmuştum kendime. Peki kim için ve ne içindi bu amaç? Kimsenin görmediği , hiçbir ademoğlunun takdir teşebbüsünde bulunmadığı bir durum nasıl bir başarı noktasına gelirdi? Daha doğrusu ne zaman gelirdi?
Hiçbir zaman.
Kendimden biliyordum onu da. Birçok şey gibi onuda en iyi şekilde denemiştim ve şimdide meyvelerini topluyordum. Umutsuzluk, özgüven eksikliği, korku... Acı meyveler sabırdan sonra toplanıyordu. Fazla sabır meyveyi çok olgunlaştırıyor ve en sonunda çürütüp tadını bozuyordu. Her şeyin zamanı belirli olsa bile fazla zaman hep kötüdür. Biliyordum bunu da bir şekilde.
Masadan kalkıp saatlerdir merceğini sildiğim kamerayı odamın en sığ köşesine koyduğum küçük rafa yavaşça yerleştirdim. Eşyalarıma fazla değer verirdim. Hele ki bir başkası tarafından hediye edilmişse onu kesinlikle özenle saklardım. Ama hep bir yerlere kaçarak yaşadığım için kayboluyordu hepsi.
Yanımda tutmaya çalıştığım herkes gibi eşyalarımıda kaybediyordum. Bende artık huy olup çıkmıştı. Çok hediye almazdım zaten ama aldıklarım da yerinde durmuyordu.
Kamerayla aramdaki iletişimini kesip hızla penceremin önüne geri döndüm. Araba falan geçmiyordu buralardan. Hayvan falan da yoktu. Kuru ve yarık asfalt, hepsi yarım bırakılmış yüzlerce şantiye... Sıkıcı ve boğucu gelir sanırdım böyle şeyleri. Oysa bana rahatlık veriyordu etrafta sesin olmayışı.
Unutulmak iyi hissettiriyordu. Kimseyi düşünmüyordum en azından. Düşüncesiz hayat yapraksız ağaç gibi, diyen annem burada galiba yanlış yorum yapmıştı. Bana öyle gelmiyordu ya da yapraksız ağaç daha cazip bir fikirdi. Bakım istemezdi en azından.