Küçük bir ricam var arkadaşlar!
Emeğe saygı duyuyorsanız eğer lütfen hayalet okuyucu olmayın..."Söylediklerimi iyi dinle. Sen artık bir yetimsin. Yetimin ne demek olduğunu biliyor musun? Gülersen artık dünya seninle gülecektir ama ağlarsan tek başına ağlayacaksın. İkisinden birini seçmen gerekiyor. Ya dünyayla birlikte güleceksin ya da tek başına ağlayacaksın."
Jin yanı başından gelen horlama sesiyle okuduğu kitaptan kafasını kaldırdı. Bosung amca derin bir uykuya dalmıştı. Bir süre kırışıklıklarla dolu yüzünü izledi, hırıltılı nefesini dinledi. Yaşlı adamı izlerken, farkında olmadan yüzünde bir tebessüm belirdi. Bu akşam ona Kim Yeon-Su'nun "Mucize Çocuk" kitabını okumaya başlamıştı.Okumaya başlayalı çok olmamıştı halbuki ama Bosung amca uykunun sihirli dokunuşlarına çoktan teslim olmuştu bile.
Kaldığı yeri unutmamak için kitabın arasına bir ayraç koyup kapattı ve hemen yanı başındaki sehpanın üzerine bıraktı. Ayağa kalkıp yaşlı amcanın üzerini örttü. Kitap okumak için açtığı gece lambasını söndürdü ve çantasını alıp sessizce odadan dışarı süzüldü. Koridorda başhemşire ile karşılaştı:
"Gidiyor musun Seokjin?"
"Evet efendim. Bosung amca da uykuya daldı."
Beraber girişteki bankoya doğru yürümeye başladılar. En fazla kırk beş yaşında olduğunu tahmin ettiği bu kadın, sert mizacı ve ciddi yüzüyle bakımevindeki herkesin çekindiği bir insandı. Ama Jin kadının bakımevi sakinleriyle ne kadar alakadar olduğunun yakın bir şahidiydi. Okul ve radyonun nasıl gittiği hakkında kısa bir sohbetten sonra girişe vardılar. Başhemşire durdu ve elini kaldırıp Jin'in yüzüne şefkatle dokundu.
"Yüzün kadar güzel bir kalbin var Seokjin. Gelecekte evleneceğin kız çok şanslı olacak."
"İltifatınız için teşekkür ederim efendim ama şimdiki kızları evlenmeye ikna etmek için yüz güzelliği ya da kalp güzelliği yetmiyor maalesef."
Başhemşire bir kahkaha attı ve ekledi.
"Doğru söze ne denir. Yine de ben inanıyorum senin kıymetini bilecek, seni çok sevecek o insanla bir gün mutlaka karşılaşacaksın."
Seokjin başhemşireyi selamlayarak "İyi geceler" diledi ve bakımevinden ayrıldı.
Hava serindi. Bakımevinden metroya çok kısa bir mesafe olduğundan Seokjin, otobüse binmek yerine yürümeyi tercih etti. Kulaklıklarını taktı ve ona eşlik etmesi için "Spring Day" şarkısını açtı. İş çıkış saati çoktan geçtiği, insanlar evlerine yetiştiği için hem caddeler hem de kaldırımlar daha tenhaydı.
Hava ne kadar soğuk olursa olsun o rüzgarı teninde hissetmeyi, iliklerine kadar titremenin gerçekliğini, uyuşmuş bedenine canlılık katan ürpertiyi her zerresine kadar-keyfini çıkararak- duyumsamak istiyordu. Yetimhanede yalnız geçen yıllarına inat hayatın tadına vara vara yaşamakta kararlıydı. Başhemşirenin söylediklerini düşündü. ''AŞK'' şimdiye kadar tanışmadığı tek duyguydu. Hayvanlara, doğaya, müziğe, çocuklara ya da onu mutlu eden tüm küçük şeylere karşı duyduğu aşırı sevgi aşksa; peki gerçekten bir insana duyulan aşka nasıl sahip olunuyordu?
Yol boyunca düşünüp durdu, eve varana kadar değişen şarkılarla duygudan duyguya atladı. Bir gün gerçekleşmesini dilemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Çünkü aşk aranmakla bulunmaz, çünkü o kayıp değil...
Eve vardıktan sonra sıcak bir duş alıp rahatlayarak pijamalarını giyindi ve bir sonraki gün yapacağı radyo programına çalma listesi oluşturmak için işe girişti.
***
Taehyung tüm gün boyunca durgun, sessiz ve dalgındı. Annesi sabah işe giderken oğlunun halini fark etmişti ancak üzerinde çok durmamıştı. En fazla ne olabilirdi ki diye düşünmüştü sonuçta evden hiç çıkmıyordu, belki de kendini hasta hissediyordu. İşten yorgun bir şekilde dönüp mutfağa geçmiş, yemek hazırlamış ve oğlunu yemeğe çağırmıştı. Taehyung yemeğine pek dokunmamış, tabağındaki etlerle oynamak dışında tek bir kelime dahi konuşmamıştı. Kim Ha-yoon bu sefer gerçekten endişelenmeye başlıyordu. Yeni bir depresyon başlangıcında mı diye içi içini yiyor ama nasıl soracağını bilemiyordu.
En sonunda daha fazla dayanamadı ve:
''Tete neyin var bugün?'' diye sordu.
Taehyung annesinin sesinden endişeli olduğunu anladı ve onu geçiştirmenin anlamsız olduğunu bildiğinden canını sıkan şeyin ne olduğunu anlatmanın daha iyi olacağına karar verdi.
''Geçen gün evi düzenlerken kırmızı bir radyo buldum anne. Çok nostaljik geldi. Çalışıp çalışmadığına baktım ve gerçekten çalışıyordu. Ses kalitesi çok netti. Telefon yerine radyodan müzik dinleyip uyumaya karar vermiştim. Bir radyo programı buldum. Programın ismi ''Moon'' du ve Jin diye bir çocuk sunuyordu. Ama sesini bir duysaydın anne sanki bu dünyadan birine ait değilmiş gibiydi. Aklıma ''Küçük Prens'' geldi. Hani orada:
~Bir insan; milyonlarca yıldızın yalnız bir tanesinde filizlenen bir çiçeği sevecek olursa, yıldızlara bakması onu mutlu etmeye yeter.~
Diyordu ya; işte ben de tek bir sesle mutlu oldum anne.Mutlu olmak ne kadar basitmiş meğer...
Bayan Kim hiçbir şey söylemedi, sadece gülümsedi. O bu dünyada Tete dilini anlayan tek kişiydi.
Taehyung o gece yatağına girdiğinde elindeki kırmızı radyoyu açıp açmamakta çok kararsızdı. Ya yine hayal kırıklığı yaşarsam, ya bir daha asla o sesi duyamazsam...
Korka korka da olsa açma tuşuna bastı ve radyo istasyonunun frekansını ayarladı. Saat gece yarısıydı!
''İyi geceler Moonlight ailesi. Beni özlediniz mi? Biliyorum yol arkadaşlığımı seviyorsunuz ama ne yazık ki henüz öğrenciyim. Her gece burada olursam derslere katılamam ve mezun olmak için hiç umudum kalmaz. Aish çok duygusal bir giriş oldu. Bunun için üzgünüm.
Umutsuzluğa düşmek yok. Hadi yeniden canlandıralım tüm umut tohumlarını. Bu akşam sizlerle umudu konuşsak ne dersiniz? Sayfamıza girip Moon by Jin hashtagiyle umuda dair düşüncelerinizi paylaşmanızı bekliyorum.İki saat boyunca süren yayında Jin'in aklında kalan tek bir cümle vardı:
@ktvante
-İnsan güce sahip oldukça umudu azalır...#MoonbyJin***
Bölümde geçmişken Spring Day'i medyaya eklememek olmazdı. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum 🥰🥰
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MY UNIVERSE ~TAEJİN~
FanfictionDinle sevgili! Seninle birlikte olduğumda, başka kimse yok...Seninle birlikte olduğumda, başka hiçbir şeyin önemi yok...