What's goin' on in that beautiful mind?"
(O güzel zihninde neler oluyor?)"I'm on your magical mystery ride."
(Senin sihirli gezintindeyim.)"And I'm so dizzy, don't know what hit me."
(Ve çok sersemim, bana ne çarptı bilmiyorum.)"But I'll be alright."
(Ama düzeleceğim.)Çalışma masasının üzerindeki kırmızı radyodan yükselen müziğin dingin sıcaklığı ile birlikte Taehyung uzun zamandan sonra ilk defa şövalesinin başına oturmuş ve karşısında duran tuvale bazen küçük, bazen de büyük darbeler eşliğinde renkleri nakşediyordu. Müziğin kıvrımlarıyla ahenk içinde hareket eden fırça darbeleri, sanki notaları bir gölge gibi takip ediyor ve onlarla adeta saklambaç oynuyordu. O kadar uzun zamandır çizim defterine bağlı kalmıştı ki kalem yerine fırça tutmayı ne kadar özlediğini fark ettiğinde kendisine kızmaktan geri durmadı. Birbirinin benzeri birçok günün ardından ilk kez kendini bir şeyleri gerçekten ''BEKLERKEN'' buluvermişti.
Haftanın dört günü bile olsa beklemek güzeldi, özlemek güzeldi...
Başkaları için hiçbir şey ifade etmese bile Tae için belki de hayatında ilk kez bir şeylerin-küçük mutlulukların-çok derin anlamları vardı.
Artık o da hayattan beklentileri olan biriydi. Hiç görmediği birinin ruhuna işlenen sesiyle birlikte zamanda yolculuk yapar gibiydi. Küçücük bir çocukken hayal meyal hatırladığı tren yolculuğunun, bir masal diyarına doğru olduğunu hayal ettiği zamanki gibi, beklenilene kavuşma umudu ile anılar arasında gidip geliyor; hafiflik hissinin keyfini çıkartıyordu.
Bugün her günden farklı olarak koyu renklerin egemenlik sürdüğü odasında, sürekli kapalı tutmayı tercih ettiği perdenin kenarını aralamış; öğlen güneşinin içeri sızmasına ve duvarları en canlı renklere boyamasına izin vermişti.
Bulunduğu ana o kadar odaklanmıştı ki kapının vurulduğunu bile fark etmemişti...
Şarkı bittiğinde gelen ses ile bir anda irkildi. Sesin nereden geldiğini anlamak için dikkatle dinledi. Kapıdan gelen zayıf tıklatma seslerini fark ettiğinde tedirgin oldu. Annesi işteydi ve bugün için gelecek olan bekledikleri bir siparişte yoktu. Evlerine habersiz ya da davetsiz gelen bir misafirleri de olmazdı. Kapının dışında her kim varsa bu yabancı Taehyung'u ürkütmüştü.
***
Namjoon henüz uyanmayan kuzeninin kapısını gürültüyle açarak, ağzındaki düdüğü öttürmeye başladı ve Jin'in yataktan sıçramasına sebep oldu. Jin saçı başı dağınık bir şekilde kendine gelmeye çalışırken kuzenine küfürler sıralamayı ihmal etmiyordu. Namjoon yataktan aldığı yastığı kuzeninin suratına fırlatıp:
''Beyefendinin keyfine bak. Biz sabahın köründe işe gidelim kendisi kıçını devirip yatmaya devam etsin. Ohh ne güzel iş bee!!''
Jin yastığı kaptığı gibi gerisin geri kuzenine fırlatarak:
''Hangi mağaradan kaçtın da geldin sen medeniyet kaçkını? İnsan böyle mi uyandırılır?''
''Ooo paşam hem uyandırma servisi hem de yatağa kahvaltı hizmeti mi isterdiniz acaba?''
''Bir parça insanlık istiyorum senden hyung bak valla fazlasında gözüm yok.''
Jin yataktan kalkıp elini yüzünü yıkamak için banyosuna doğru adımlarken Namjoon da peşi sıra gidip kapının eşiğinde durdu. Kollarını göğsünde kenetleyerek Jin'e dik dik bakışlar atmaya başladı. En sonunda dayanamayarak:
''Hiç mi merak etmiyorsun ya bu saatte niye evdeyim? Niye işe gitmedim?''
Jin alaylı bir sırıtmayla kuzeninin yanından geçip banyodan çıktı. Tüm gece heyecandan ve mutluluktan uyuyamamıştı. Jeongguk'tan gelen kartı tekrar tekrar okumuş ve küçük kardeşinin kokusunu alacakmışçasına koklayıp durmuştu. Namjoon akşam eve geldiğinde kuzeninin bu hallerine sebep olan o zarfın içinde ne olduğunu ve kimden geldiğini merak edip durdu. Ama kuzeni hayatında gördüğü en gıcık insan olduğu için ağzına kilit vurulmuş gibi hiçbir şey söylememişti. Namjoon da sırf merakından o uyanana kadar beklemeye ve öğleden sonra işe gitmeye karar verdi.
Jin hızlıca üstünü giyinip bir şeyler atıştırdıktan sonra arkasında meraktan çatlayan bir Namjoon bırakarak evden ayrıldı. Odasının her köşesini didikleyeceğini bildiğinden kartı da yanına almayı ihmal etmedi.
Bugün boş günü olduğu için bakımevine gitmeye karar vermişti. Otobüs durağına vardığında otobüsün gelmesine daha beş dakika vardı. Telefonunu çıkarıp Jimin'e mesaj attı.
Jin:
-Civciv neredesin?Chim chim:
-Okuldayım Jinnie. Grup performans projesi için toplantı yapıyoruz. Ne oldu? Buluşmak mı istiyordun?Jin:
-Ah, hayır. Bugün zaten bakımevinde olacağım. İşlerin bittikten sonra bana eşlik etmek ister misin diye soracaktım.Chim chim:
-Süper olur aslında. Ne zamandır gelmiyordum. Toplantı bittikten sonra orada olurum.Jin ''Görüşürüz'' yazıp telefonu cebine attığı sırada otobüsü de gelmişti. Otobüsün arkasında bulduğu boş yere oturup kulaklıklarını taktı ve kısa bir süreliğine de olsa Jeongguk'la birlikte el ele dolaştığı sakura ağaçlı bir yol hayali ile gözlerini kapadı.
Bakımevinden içeri girdiği anda bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı. Tüm personel telaş içindeydi ve oradan oraya koşturan hemşireler, hasta bakıcılar bakımevinin sakin atmosferini hareketlendirmiş, panik havası tüm yüzleri esir almıştı.
Jin etrafa bakınırken gözü asansörden inen başhemşireye takıldı ve yanına gidip neler olduğunu sormak için tüm cesaretini topladı. Başhemşire hiç olmadığı kadar sinirliydi. Kendisine doğru gelen Seokjin'i görünce beklenmedik bir hareketle çocuğa sarıldı ve:
''İyi ki buradasın Jin. Aklı başında birisine gerçekten ihtiyacım vardı!'' dedi.
Jin büyük bir şaşkınlık içinde:
''Burada neler oluyor efendim? Niye herkes çok telaşlı görünüyor?'' diye sordu.Başhemşire kendini geri çektikten sonra derin bir nefes alıp verdi ve:
''Bay Bosung kayıp!'' dedi...
***
İyi okumalar.💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MY UNIVERSE ~TAEJİN~
أدب الهواةDinle sevgili! Seninle birlikte olduğumda, başka kimse yok...Seninle birlikte olduğumda, başka hiçbir şeyin önemi yok...