"Hey Jude, dalgın gibisin bir sorun mu var?"
"Ya kazanamazsak Trent?"
"Sen bunun için endişeleniyordun yani. Sen kendine inanıp güvenmezsen, nasıl kazanabiliriz Jude? Gerekli antrenmanları zaten yaptık. Fiziksel olarak zaten hazırız, ama mental olarak hazır olman sana bağlı. Çabamızın karşılığını alacağımızı düşünüyorum Jude."
"Teşekkür ederim dostum, biraz daha iyiyim, sanırım."
"Yapma Jude!"
...
"Hindistan'ın bu denli güzel olabileceğini tahmin etmezdim."
"Yine de, sokaklar biraz, biraz pis sanki..."
"Phil."
"Hiç bir şey demediğimi varsay Jude."
"Tac Mahal ile beraber bir çok ünlü yeri gezecekmişiz, ama ben özellikle hep Tac Mahal'i merak ederdim."
"Umarım orası da pis değildir."
"Phil!"
"Pis olduğunu düşünüyorsan gelmeseydin o zaman."
İki adam şokla arkaya dönerken, ortaya beyaz tenli, uzun, siyah, düz saçlı, turkuaz renkli genç kız sarisiyle karşılarına bir kız çıkmıştı. Phil cevap veremeden yanından geçti ve hemen bitişiklerindeki bilezik satıcısıyla konuşmaya başladı. Altın renginde turkuaz detayları olan bir Hint işi bilezik seçmişti, son kalan bilezik kızın elinde duruyordu. Phil kızın yanına doğru yürüdü ve bilezikleri inceledi. Phil satıcıyla İngilizce bir şekilde konuşmaya başladı:
"Ne kadar?"
"8.000 Rupi, ama sanırım buraya yabancısınız."
"Evet öyleyim, Euro karşılığı nedir?"
"89 Euro."
Phil parayı satıcıya uzatırken, kız hayretle Phil'e bakıyordu.
"Bilezikler sizde kalsın hanımefendi, karşılığında bana adınızı bahşetmeniz yeterli."
"Sanırım karşılığını almanıza gerek kalmayacak, çünkü artık bu bilezikleri istemiyorum, alın."
Şoka girme sırası bu sefer Phil ile Jude'deydi. Kız Phil'in eline bilezikleri tutuşturduktan sonra, yürüdü ve Hindistan sokaklarında kayboldu. Phil kendine geldiğinde mahçup bir şekilde Jude'nin yanına yürüdü. Hindistan'da İngilizler'den bu kadar nefret edildiğini bilmiyordu. Jude ise kendini gülmemek için zor tutuyordu. Phil Jude'ye bakarak:
"Sakın gülme!"
İşte o zaman Jude artık kendini tutamamış ve kahkahalarını serbest bırakmıştı.
...
"Mohini kızım, kahvaltı hazır!"
"Geliyorum anneciğim!"
Koyu kahverengi uzun saçlarını tarayan Mohini, kahverengi sarisine uyumlu takılarını takarken annesine cevap vermişti. Kahvaltı'dan sonra okulu tatile girdiği için geldiği Hindistan'da, kendi harçlığını çıkarmak için turist rehberliği yapmaya gidecekti. Bugün ki Turistler, Dünya Kupası Finali için gelen İngiltere Milli Takımı'ydı. Onlara Agra'yı gezdirecekti. Şansa ki, Dünya Kupası Finali'ni izleyebilecekti. İzleyebilecek olmasının nedeni, İngiltere Milli Takımı'ndan bazı futbolcular ile yakın olmasıydı. Onlarla, okuduğu Güzel Sanatlar Okulu'nun, açık piyano konserinde tanışmıştı. Ve o zamandan beri yakın arkadaşlardı. Tabii ki finalde ülkesi Hindistan'ı tutacaktı fakat İngiltere'ye karşı pek şanslarının olmadığını düşünüyordu, Mohini. Ama yine de buraya kadar gelmek de, Hindistan Milli Takımı için büyük bir başarıydı. Çarpılan kapı sesiyle sarsılan Mohini, odaya giren kız kardeşine şöyle söyledi:
"Ne oldu, Paridhi?"
"Sorma abla, bir tane İngiliz'e fena gıcık oldum."
Ablasına olanları anlatan Paridhi, çok sinirliydi. İngiliz'in tavırlarına çok gıcık olmuştu.
"Paridhi, bende gerçekten bir şey oldu sandım, gel hadi kahvaltı hazırmış."
...
"Evet çocuklar, bugün maç için geldiğimiz Hindistan'ı biraz gezeceğiz. Sonra akşam antrenmanı başlayacak haberiniz olsun."
Salonda, peki sesi yankılanırken, içeriye futbolcuların hiç beklemediği bir isim girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
teri meri, jude bellingham.
Fiksi Penggemarbirbirimiz için yaratılmış olsak da, birbirimizden ayrı düştük.