13

673 76 46
                                    

|Esaret

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

|Esaret

bölüm müziği: breathing water-cedric vermue (piano edit)

Yaşamak için en sınırlarda ne yapabilirdi bir insan, bu soruyu durmadan düşünürdü esir. Mahkumiyetinin bitmediği yalnızca şekil değiştirdiği bu yaşamın içerisinde umuttan başka neye tutunurdu bilmiyordu. General'i kabul etmesi ve bedenini ona sunmaya karar verdiği bu seçimden sonra mutlu olabilir miydi? Her şeyin biteceği anı beklerken, çaresizliğin içerisinde takılıp sonsuza dek paramparça olmuş pek de mümkün olmayan hayallerin içerisinde kaybolması da pek mümkündü. Zira karşısında bir General'den daha fazlası olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti.

O Kim Taehyung'un içerisinde belki de sır gibi gizlediği, ruhundaki zehirli sarmaşıkların dikkatini çekmemeyi başarmış kimsesiz ve çaresiz biriydi ve efendisi tam olarak bundan besleniyordu. Şuracıkta canını alsa dahi Jeongguk bir hiçti.

Düşmanlarının hüküm sürdüğü bu topraklarda bir isyankâr olarak zaten ölmüştü.  Böyle bir durumdayken nasıl olur da yanlış bir hareket yapabilirdi? Yine de General'in ona açıkça böyle bir soru sorması ve teklifte bulunması esir için de alışılmadık bir durumdu. O isteseydi şayet dün çok daha fazlasına sahip olabilirdi.

General'i o noktada durduran ve odasına gönderen durum neydi, neden kendisine şefkatle yaklaşmaya çalışıyordu... Kahvaltısını yapmasına rağmen içine düştüğü bu bataklıkta midesi açlıkla kıvrandı. Bir şeyler atıştırmak iyi gelebilirdi. Sonrasında pişmanlık duyacağı bu kararla öğretmen gelmeden hemen önce mutfağa inmek ve yemek yemek için kapısını açtı fakat merdivenlerin ucunda yukarı çıkan bedeni gördüğünde olduğu yerde kalmıştı.

Kim Taehyung... Dudağında tüttürdüğü sigarası ve kana bulanmış kıyafetleriyle kendisine doğru geliyordu. Dün burada olmayacağını söylemesinin üzerinden kaç saat geçmişti? Hâlâ buradaydı, ne olduğunu fark etmesi üzüm sürmedi. Dün eve getirilen asker kaçağının kanı olmalıydı. Merak tohumları anlamsız bir şekilde ruhuna düşerken cebinde duran ve ucu görünen fotoğrafa takıldı gözleri. Düşmek üzereydi.

Nereye baktığımı fark eden General hızla cebindeki fotoğrafı düzeltirken öfkesi taze bedenini esire yaklaştırmadan odasına doğru ilerledi fakat Jeongguk içindeki bu meraka yenik düşmeye boyun eğerek efendisinin peşinden ilerledi. Kapı kapanmadan hemen önce elini araya koyduğunda General'in anlık bir şaşkınlığıyla karşılaştı.

"Kapıyı elinin üzerine kapatabilirdim. Ses ver Jeongguk, burada olduğunu söyle tamam mı? Bu şekilde iletişim kurman doğru değil. Odama dalarak neyi planlıyorsun?"

"Sadece sizi merak ettim... Bu kan lekeleri sizin değil, doğru mu?"

"Değil, odana dön ben iyiyim. Öğretmenin bir saate gelmiş olacak."

"Efendim... Sizi öfkelendirmekten korkuyorum fakat merak ettiğim bir şey var."

General tam olarak bedenini kendisine doğru çevirip yüzüne bakarken nasıl olur da konuşabilirdi emin değildi, yüreği korku ve heyecanla titrerken onun karşısında bir çöp parçası gibi hissediyor oluşuna anlam veremiyordu. Sanki bir elmasın yanında kenara fırlatılmış eskimiş bir gümüş parçasıydı. Karşısında çok da şanlı gurur duyulacak bir adam yoktu elbet, fakat yine de anlayamadığı noktalar yok değildi.

rises the moon'tkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin