Yeni serimizden herkese selamlar diyeceksiniz ki daha diğerlerine doğru düzgün yazmıyorsun nereden çıktı yeni seri??? Ama ne yapayım diğerlerine yazasım gelmedi ve aklımda yeni bir fikir var, umarım beğenirsiniz, yeni kitabımız hayırlı uğurlu olsun!!!
Yavşak kişiliğimi yansıtmak için kitabı aracı etmek mi??? Hâşâ, kim yapar???
Başımı masanın üzerine koydum. Biraz kendi dünyama çekilebilmek, kendimle baş başa kalabilmek için. Kendimle baş başa kalmak uzak olduğum bir kavram değildi. Günün yoğunluğunda kum saatinden dökülen kumlar gibi akıp giderken zaman; belki farkında olmazdım ama ben zaten hep kendimle baş başaydım, baş başayım. Sadece bazen durup hayatın, kendimin tek bir noktasına odaklandığımda içten, derinden fark ederdim bunu.
Belki bir gece yatağımda gece lambamdan yansıyan ışığın aydınlattığı tavanı izlerken; belki karahindibalarla kaplı, hafif bir meltemin saçlarımı nazikçe okşadığı bir bahçede yürürken; belki cafcaflı bir kalabalığın ortasında yalnızken... Belki elimde kalemim, eskiz defterimin başında penceremden dışarıda uçuşan kuşları izlerken; belki yeni öğütülmüş kahve çekirdeklerinin hoş kokusunun doldurduğu köşe başındaki ufak bir kafede başımı masanın üzerine koymuşken...
Düşünmek... Çok ve gereksiz düşünmekse marifet, bende ondan fazlasıyla vardı. Düşünürdüm, hatanın nerede olduğunu; düşünürdüm, kim olduğumu, bu hayatta ne ifade ettiğimi... Düşünürdüm, çok fazla arkadaşım mı yoksa çok fazla tanıdığım insan mı olduğunu, yalnız değilken neden yalnız hissettiğimi... Bunlar düşünmeye değer miydi, bilemiyorum. Düşünmemeyi ister miydim? Bilemiyorum... Aslında hiçbir şey bilmiyorum, kim olduğumu bile...
Masanın üzerine konulan porselen fincandan gelen sesle kafamı defterimin üzerinden kaldırdım. Karakalem dağılmıştı, yanağımı elimle sildim. Umarım izi kalmamıştır. Başımda dikilen garsona döndüm
-Ben kahve istememiştim.
-Ben içmeni istedim.
Bunun karşısında söyleyecek herhangi bir şey bulamamıştım, alışık olmadığım bir tavır, alışık olmadığım bir cümleydi. İnsanların cümlelerine karşı geliştirdiğim cevaplarımdan, kaçış yollarımdan hiçbiri bu cümleye uymuyordu; sadece garsona bakıyordum ve oldukça aptal görünüyor olmalıydım. Ne demeliydim? Sadece susmalı mıydım? Onu terslemeli miydim? Teşekkür edip kahveyi geri mi çevirmeliydim yoksa teşekkür edip muhtemelen hatta kesinlikle elle öğütülmüş kahve çekirdeklerinden yapılmış kahveden bir yudum mu almalıydım?
-Çizim mi yapıyorsun?
Bir cümle daha, buna ne demeli? Evet dersem ne düşünür? Belki de böbürlendiğimi zanneder? Çizim yaptığımı nereden anladı? Masadaki eskiz defterinden mi yoksa kafamı koyduğum sırada yüzüme bulaşan karakalemden mi? İstemsizce elim yanağıma gitti ve ovalamaya başladım.
-Yüzünde pek bir şey yok, güzellikten başka.
Bu ne demekti şimdi? Benimle dalga mı geçiyordu? Yüzünün nasıl bir şekil aldığını bilmiyordum, yüzünü bilmiyordum. İnsanların yüzüne bakmakta zorlanırdım.
İlk önce masaya bir fincanın daha koyulmasının, ardından da karşımdaki sandalyenin çekilmesinin sesiyle kafamı kendisini çektiği sandalyeye bırakmış, ellerini çenesinin altında kavuşturmuş başını desteklerken bana gülümseyen esmer adama doğru kaldırdım.
Bacak bacak üstüne atmış, bir eliyle omzundan dökülen mavi saçlarını geriye savururken imalı bir bakış yerleştirmişti yüzüne. Sevmezdim; göz göze gelmeyi, bakışları görmeyi, hissetmeyi. Kafamı tekrar pencere tarafına çevirdim. O ise hiç hareketlenmemiş bana bakmaya devam etmişti. Elimi istemsizce ensemdeki saçlarıma attım. Kafamı, bakışlarımı nereye çevireceğimi bir türlü bilemiyordum.
Karşımdaki; bir eli hala çenesinin altındayken kendi önündeki kahve fincanına uzanıp önce burnuna yaklaştırdı, yüzünde beliren hafif tebessümle ufak bir yudum aldı.
-Sadece saçlarınla oynayıp dışarıyı mı izleyeceksin?
Elimi ensemden çektim, masanın altına doğru indirip iki elimi kavuşturdum, parmaklarımla oynamaya başladım. Gözlerine bakmaktan kaçındığım kısa bir süre sonra önüme bıraktığı kahveden bir yudum almaya karar verdim ve fincana uzanıp dudaklarıma götürdüm. Gerçekten hoş bir kokusu ve aroması vardı. Fincanı masaya bıraktım ve soru sorma sırasının bende olduğunu düşündüm.
-Burada böyle oturup işten kaytarmaya devam mı edeceksin?
-İşten kaytarmıyorum, mesaim bitti.
-O zaman neden hala buradasın?
-Herkes gibi ben de bir kafede oturup kahve içmek istemiş olamaz mıyım?
-Karşısında oturduğun kişinin seninle kahve içmek istediği kanısına nasıl vardın?
-Ben onunla içmek istedim.
Bakışlarını yüzümden ayırmadan kahvesinden bir yudum daha aldı.
-Az önce tadına baktın, ne düşünüyorsun?
-Hoş bir kokusu ve aroması var, çekirdekleri taze ve elle işlenmiş olmalı.
-Güzel tespit.
-Ama bu kahveyi benim istemediğim gerçeğini değiştirmiyor.
-Kahveyi senin istememiş olman beğendiğin gerçeğini değiştirmiyor, haksız mıyım?
Bunun üzerine söyleyecek bir şeyim yoktu. Başımı tekrar pencereden tarafa çevirdim. Kahvenin tadı güzeldi, inkar edemezdim. Kahvesini yudumlarken hala bana bakıyordu. Bir şey söylememi bekliyordu, görmüyordum ama hissediyordum. Kafamı tekrar önüme döndürdüm ve normalde asla yapmayacağım, yapamayacağım bir şey yaptım; gözlerine baktım.
Halinden memnun fincanını masaya bıraktı.
-Bu tatlı sohbetten sonra, bana isminizi bahşeder misiniz acaba?
Bir süre bekledim. Bakışlarımı yine kaçırdım, eskiz defterimde kalemlerimde gezdirdim. Karşımdaki elini masanın üzerinden bana doğru uzattı.
-Kaeya Alberich.
(Burada ufak bir soru sormak istiyorum kusura bakmayın. Kaeya'nın soyadında "ch" senini "ç" olarak mı "k" olarak mı telaffuz etmeliyim? Ben "ç" olarak telaffuz ediyordum ama "k" olarak okunuşuna da rastladım, eğer bir bilginiz varsa yazarsanız sevinirim^^)
Yüzünde benim de karşılık vermemi bekleyen bir gülümseme vardı, elimi yavaşça uzatıp elini sıktım.
-Albedo...Kreideprinz.
-Bir insan adının ve soyadının hakkını bu kadar verebilir, memnun oldum Kreideprinz.
Şimdi bunu kısaca açıklayayım sizi çevirilere kadar yormayacağım. Soyadı zaten Almanca Kreide ve Prinz kelimelerinin birleşmesi. Kreide tebeşir, Prinz de prens anlamına geliyor. Yanlış hatırlamıyorsam hikaye görevinin adının da Tebeşir Prens olması lazım. Albedo ismine gelince bu bir terim aslında, bir zeminin gelen güneş ışınlarını yansıtmasına, yansıtma kapasitesine Albedo deniyor.
İlk bölüm biraz kısa oldu farkındayım, akabinde daha uzun bölümler yazacağım. Bu biraz daha tanışmaları vs. olduğu için çok da uzatmak istemedim. Albedo overthinker... O yüzden ne diye salak salak düşünüyor bu mal demeyin, düzelecek ;^
![](https://img.wattpad.com/cover/363666423-288-k752650.jpg)