Giriş / Tanıtım
"Sülfürik asit karıştırılmış bal" gibi idi yaşadığımız dünya. Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmiş onlarca nimet, avuç kadar insan oğluna bazen yetmez olurmuş. Bunu anlatır her zaman yaşadıklarımız. Yemyeşil bitki örtüsü örterken üstümüzü, dağlar sarılıyordu adeta dünyamıza. İnsan oğlunun aklının ermeyeceği her bir canlı uyum içinde yaşarken, içlerinden biri, sadece biri durgun bir nehir iken, kibirinin estirdiği rüzgarlar eşliğinde akıntısı git gide sele dönüşen bir nehire dönüşü vermişti. Ama bilmiyordu ki, esen her rüzgar onu ayakta tutacak kadar zayıf olmayacaktı. Tanrının dünya üzerinde gezdirdiği ışığın gölgesinde kalmayı tercih eden kul, kendisine "Vampir" demeyi tercih etmişti.
Vampir, yere göğe sığdıramadığı kibirini, ayak bastığı her bir toprağın dışına, bir musibet'miş gibi saldı. Bu kibir, yüz yıllardır uyum içinde yaşamış olan her bir kul'un mutlak huzurunu yerle bir etti. Her bir insan, her bir topluluk, her bir yaşam vampirin beraberinde getirdiği acıyı tattı. Bu acı ve kıyamet misali, yepyeni vampirleri var etti. Çoğalan her bir zifiri, kısa bir sürede tarihe adını altın harfler ile yazdırdı ve tanrının esirgedigi ışığın, geride bıraktığı karanlıktan aldıkları güç ile, yüce vampirlerin saltanatını insanlara karşı akıl almaz bir zafer ile başlattı.
O günden sonra, insanlara güneş bir daha doğmadı. Hiç bir aşık, bir daha izleyemedi gün doğumunu. Hiç bir bebek, gözlerini pencereden yansıyan ışık ile açamadı yeni güne. Hiç bir kadın, sevdiği ile hasret gideremedi. Hiç bir erkek, savaşın hüküm sürdüğü topraklarda, kül ve dövülmüş demirin sıcak kokusu dışında, sevdiğinin gül kokusunu çekemedi içine. Savaş asla eksik olmadı hanelerinden. Tanrıya edilen dualar kurtaramadı onları. Belkide hiç, hiç gitmemiştir o dualar tanrının kulağına. Yeri göğü inleten sesi, çıkmayı vermiştir. Göremeyeceği hiç bir şey olmayan o gözü, görmemiştir çok sevdiği kullarının çektiği acıları. Duymamıştır kulağı yetişmemiş fidanların acılı ağlayışlarını. Sanki hiç yaratmamıştı onları. Yaşam hiç var olmamıştı sanki. Gerçi, gerçek yaşam var olmuş muydu ki?
Yüz yıllar oldu, mevsimler geldi geçti. Yapraklar soldu, döküldü. Her şey son buldu, tekrar doğdu, başladı yepyeni hayata. Hiç bir şey sonsuza dek yok olmadı. Aynı süren savaşlar gibi. Aralarında ki tek fark, savaş hiç bir zaman gelip geçmedi. Solup tekrar doğmadı. Yeşerene kadar, kuruyup dağılana kadar, bir rüzgar esip onu götürene kadar devam etti. Doğanın hep bir kuralı, kanunu vardır. Aynı savaş gibi. Hep bir kazanan olur. O da hep güçlü olan olur. Fakat güç, bilekte, elde tutulan kılıçta mıydı sadece? Kimse bilmezdi bunu. Herkes bileğinin gücünde, ellerinde tuttukları kılıcın keskinliğin de bırakmıştı akıllarını. Kimse fark etmedi gerçek gücün yürekten gelen, damarlarda kan gibi dolaşan, herkesin iliklerine işleyen o şey olduğunu. Neydi o şey? Kim bilebilirdi bunu? Belki de ben bile bilmiyordum cevabını.
Herkes bir gün ilimlenir, öğrenir, anlar ve icraate sokar. Geç veya erken, kurtuluşun yoktur zamanı. Huzur geliyorum demez. Yüz yıllar ardından insanlar ve uyum içinde yaşadıkları her bir canlı, tekrar birleşti. Araştırdılar, okudular ve öğrendiler. Vampirlerin zayıflığını, o bitmek bilmez, yere göğe sığdırılamaz kibirin, o dönmekten vaz geçmeyen değirmenin suyunu kesmenin yolunu buldular. Hazırlıklar başladı ve yüreklerinden gelen gücün son damlasına kadar savaştılar. Vampirler, kibirlerinin estirdiği rüzgarları, çoktan akıl almaz bir fırtına'ya dönüştürmüşlerdi. Her bir vampir teker teker esen rüzgarın esintisine kapılıp dağıldı. Kim tahmin edebilirdi bu yüce hanedanın bir anda tuzla buz olacağını?
İnsanlar tekrar huzura kavuştu. Yüz yıllar sonra tanrının unuttuğu her bir kul, dağların arasından yükselen güneşin ışığı ile boğuldular. Neşe, huzur asla eksik olmadı hanelerinden. Yüz yıllar önce kapılarına dadanan savaş, huzursuzluk ve zifiri karanlık, yerlerini huzura ve mutlak sevince devretmişti. Kırlarda tekrar açtı, yeşerdi çiçekler ve ağaç olacak olan o fidanlar. Her şey eskisi gibi, normale dönmüştü. Belki bazı şeylerin bir sonu vardır? Diye düşündü insan oğlu. Herkes böyle düşündü. Fakat nafile, kader hiç bir şeyin sonu olmayacağını ve her bir şeyin zaman gibi sürekli dönüp dönüp aynı yere geleceğini ve tekrar her şeyin devam edeceğini gösterdi. Ayakta kalan her bir vampir, hanedanı yürütmeye ant içti. İnsanlık ve zifiri karanlık bölündü. Ve yüz yıllar sürecek, yalan bir huzur devamını erdirdi.
1000 Yıl Sonra, 2400+
Gözlerimi gri ve siyah arasında gidip gelen, belli ki yanan kızgın ateşten yükselen dumanların havaya karışması ile oluşan zehirli bulutlara, batmaya başlayan güneşin boyadığı turuncu göğe ve kokan ağır barut kokusunun hakim olduğu, sert betona ve göğü yükselen, saydam ve yansıyan ışıkta göz kamaştıran hanelere karşı açtım. Ellerim sert betona değse bile, parmaklarım küçük çakıl taşlarına batsa bile uzandığım yer, yumuşacık ve her şeye rağmen nemli bir ortamdı. Barut kokusuna karışan leş ve ceset kokusu burnumun direğini çökertirken, haraket etmekte zorlanan ve çıplak olduğunu düşündüğüm bedenim bilmediğim bir sebepten acı çekiyordu. Sanki binlerce kılıçtan yapılmış, ağzı örtük bir tabutta, huzur bulamayan ve günahlar ile zincirlenmiş bedenim yatıyor, kılıçlar her tarafıma saplanıyor gibi idi. Gözlerim uyuşup tekrar kapanırken hafif titreyen zemin ile irkildim. Gözlerim kapanmadan önce karşımda uzanan yola doğru baktım ve bana gelen devasa bir metal yığınını gördüm. Artık anlamıştım. Bu haneler ve devasa metal yığını... Kaç yüz yıldır uyuyordum ben? Veyahut kaç bin yıldır?
Metal yığının uzanan kolu, açılan devasa avucu çıplak ve bembeyaz bedenimi, kaslı kollarımdan ve bir erkeğe göre fazla yumuşak dokulu, kıvrak ama kaslı bedenimi kavradı. Beni kendisine çekerken omuzlarıma kadar uzanan, perçemli ve parlak siyah saçlarım ıslak olmasına rağmen savruldu, ay ışığının gece ile birleşip safir mavisini yarattığı renkte ve mor ile karışan parlayan ve yaşlı gözlerim o anda kapandı... Son gördüğüm, yaklaşmakta olduğum küçük boylu, upuzun saçlarını bir kirpi gibi şekillendirmiş sarışın, sivri kulaklı ve meymenetsiz bir çocuğa yaklaşmakta olduğum idi...
To be continued...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çarmıh
Science Fiction1000 Yıl önce, vampirlerin hüküm sürdüğü orta çağ dönemlerinde "Kralların Savaşı" adı ile anılacak olan bir savaş. İnsanlar ve Vampirlerin soyunun devam etmesini sağlayan kudretli varlıklar olan vampir krallar arasında dönen bu savaşta, insanlar vam...